Sanırım bunun nedeni görsel sanatlar, bilim ve müzik kompozisyonuna olan ilgim. Ama yalnızca müzik kompozisyonuna odaklanmıyorum, genel anlamda frekanslarla ilgileniyorum. Çünkü elektromanyetik dalgaları en muhteşem araştırma sahalarından biri olarak görüyorum. Ve müzik de bunun bir parçası. Belki bir diğer sebebi de dünyamızın nasıl oluştuğuna dair felsefi ve bilimsel sorulara olan özel merakımdır. Bu tür sorular bestelerimi besliyor.
Benim için ses ve video arasında güçlü bir bağ var. Beste yaparken daima zihnimde güçlü bir görsel imge oluyor. Sesi gördüğümü söyleyebilirsiniz. Dijital olarak çalıştığımda hep bir ekranın karşısında oluyorum. Bir tür görsel temsiliyetten bahsediyorum. Sonuç olarak bu şekilde çalışıyorum ve canlı performansta da görsel ve ses arasındaki ilişkiyi korumaya çalışıyorum. Bu etkileşimi yakın tutmaya çalışıyorum. Berlin’deki bu stüdyoda bir yazılım geliştirmemizin nedeni de buydu. Bir yandan ses çalarken diğer yandan gerçek zamanlı görselleri senkronize edip sesi bestelerken bir yandan da çalmamızı sağlıyor. Görsel kısmı da ben besteliyorum. Benim için bu çok güçlü bir etkileşim.
İş birliği hep çok ilginç bir deneyim. İki veya üç sanatçının birlikte çalışıp tek bir sanatçının elde edemeyeceği bir sonuca ulaştığı ilginç bir anı simgeliyor benim için. Estetik anlamda bir yandan kendini ayrı tutup diğer yandan kendinizi açıp diğerlerinden bir şeyler öğreniyorsunuz. Bu ürünü üçüncü bir dünya olarak tanımlayabilirsiniz, iki müzisyen veya iki ses vizyonu arasında bir dünya. Sürecin de bu tür bağlantılarda temel bir rolü var çünkü deneme, deneme-yanılma beklenmedik sonuçlar doğurabiliyor. Bu beklenmedik an da birlikte daha derince keşfetmek istediğiniz bir alan açabiliyor. Ryuichi Sakamoto’yla 10 yılı aşkın bir süredir birlikte çalışıyoruz ve tam da bu yaklaşımı benimsiyoruz. Belirli bir görsel – işitsel bağlam oluşturuyoruz. Özetle, sesle birlik te bir görsel oluşturup besteyi bunun üzerine yapıyoruz. Yani görsel bir beste dili geliştirdik diyebiliriz. Tabii bu da kendine has bir ses yaratıyor. ANBB’de de aynı durum geçerli, ilginç bir vokali var. Birlikte beste yaptığımızdan beste ve ses doğaçlaması, insan sesinin bir unsur olarak kullanılması arasında bir etkileşim gibi. Aynı şeyi Diamond Version için de söyleyebilirim ama başka bir proje olduğu için şu an buna değinmeyeceğim.
Ryuichi Sakamoto’yla iş birliğim kendine has ve uzun bir çalışma. Birbirimizi yaklaşık 20 yıldır tanıyoruz. 17 yılı aşkın bir süredir birlikte çalışıyoruz. Sanırım her iş birliğinin kendine has bir yaklaşımı oluyor. Birlikte yaptığımız beş albüme “virüs” diyoruz; beş albümün ilk har flerinden oluşuyor: Vrioon, Insen reverb Utp_ ve Summvs. Piyano gibi akustik bir enstrümanı elektronikle bir araya getiren özel bir yaklaşım bu. Özetle, soyutlama ve melodi arasında gidip geliyor ve yeni bir dil yaratıyor. Bence harika bir yaklaşım bu. The Revenant filmi için iş birliğimiz biraz daha farklıydı tabii çünkü yönetmenden ve filmden kuvvetli bir yönlendirme aldık. Yani görüntüyü bestemizle desteklemeye çalıştık. Çok daha klasik müzik odaklı bir çalışmaydı. Yeni iş birliğimiz Glass da biraz farklı çünkü enstrümanları tanımlamayarak, tamamen doğaçlama bir çalışma yaptık. İkimiz de elektronik çaldık, sesleri işledik ve canlı enstrümanlar çaldık. Bu çok daha açık yapılı bir durum. Sanırım gelecek projelerimiz de bu fikri takip edecek.
Bu soruyu yanıtlamak çok zor ama genelde güney Avrupa ve Akdeniz ülkelerinde konser vermeyi çok seviyorum çünkü izleyici harika reaksiyon veriyor. Türkiye’yi de buna dahil edebilirim. Tabii Asya’yı, özellikle Japonya’yı da çok seviyorum. Orada birçok arkadaşım var ve sık sık konser veriyorum. Muhteşem ve ilham verici bir ülke.
Bunu söylemek zor çünkü çoğunlukla izleyiciden bir ya da iki kişiyle tanışıyorum. Bu nedenle izleyicinin kim olduğunu bildiğimi söyleyemem. Ama aldığım tepkiler beni çok mutlu ediyor. Bazen insanlarla tanıştığımda farklı alanlardan gelen bu insanların açık fikirliliğini görüyorum. Bazen müzik ten bile gelmiyorlar; bazen tiyatro, bale, mimari veya tasarım alanlarında çalışıyor oluyorlar. Müziğimin farklı alanlardaki insanlara hitap etmesine hayret ediyorum. Belki diğer yaratıcı alanların bana muhteşem görünmesi gibi bir durumdur.
Alva Noto’nun bir sonraki projesi dördüncü Xerrox albümüm olacak. 10 yıldır devam et tiğim uzun bir proje bu. Beat odaklı olmayan, daha ambiyant bir proje. Xerox adlı bir fotokopi makinesinin imajına dayanıyor ama ismi biraz daha farklı yazılmış. Bu bilerek yapılmış bir hata çünkü melodik seslerin, ses dosyalarının interpolasyonu birçok gürültü yapısı oluşturuyor. İki açıdan ilgimi çekiyor bu proje. Birincisi melodiler ikincisi de melodilerin bozulup daha gürültüvari durumlara dönüşmesi. Bu yılın ikinci yarısında yayınlamaya başlayabilirim.