Planlar yapmak demeyelim de hayaller kurarım… Gerçekleşmemesi durumunda beni hayal kırıklığına uğratacak cinsten değil ama… Hayatı akışına bırakarak yaşamak ve iyi bir insan olmak için uğraşmak benim en büyük hedefim sanırım… Bunu hiç bir şeyin kaybettirmesini istemem. Her akranım gibi ben de gelecek ile ilgili kaygılar taşıyorum ama bu günlük hayatımı etkileyen cinsten kaygılar değil.
İnanç ve güven ile paralel gidebildiği sürece, teslimiyet insan ilişkilerimde de iş hayatımda da benim için konforu temsil ediyor. Ben yeni biriyle tanıştığım zaman 100 puanla başlarım ve zaman geçtikçe o puan ya düşer ya da sabit kalır. Güvendiğim insanlara, onların uzman olduğu konularda kendimi teslim etmek aynı zamanda büyük bir zaman tasarrufu!
”Günümüzde bireysel kimliğimizi bulamayalım veya bulduğumuzu zannedelim diye bize her ortam oluşturuluyor. Mesela sosyal medya bunun en güzel örneklerinden biri.”
O dediğin sanırım, bana 28-29 gibi oldu. Düşünce sistemimde bir sigorta attı diyebilirim. Kendimi dinlemeye, düşünmeye, anlamaya başladım. Bunun için çalıştım… Öncesinde yalnız kalmaktan hoşlanmayan ve hep hareket olan, düşünmeye ortam yaratmamaya çalışan biriydim. Hala fazlaca hareket eden biriyim, bir mekanda beni bir saat kıpırdamadan tutamazsın. Uzun uçuşlarda uçağın içerisinde bir aşağı bir yukarı yürüyen insanlar vardır ya, işte ben de onlardanım. Ama artık bu hareketlerin içindeyken de kendimi dinleyebiliyorum… Yalnız kalmak gittikçe daha değerli hale geliyor. Zihin berraklaşıyor ve kendimi daha yakından tanımaya başlıyorum. Buna kim ne der bilmiyorum ama en basit tanımıyla, senin de dediğin gibi, farkındalık diyebiliriz.
Aşk dolu bir evde büyümek, bir çocuk için en büyük hediyelerden biri. Geçirdiğim çocukluk beni bugüne o kadar güzel hazırlamış ki… Bizimkilere buradan bir teşekkür etmek istiyorum! Dilerim ki her çocuk en az benim kadar sevgi dolu bir evde büyüyebilir. Aşk konusuna gelirsek; evirilmediği sürece kısa vadede mutluluk ve heyecan veren bir duygu. Şu anda elimde olan ise ilişki dinamiklerine teslim olmak. Tabii yukarıda bahsettiğim inanç ve güven ile paralel ise.
Bence oyunculuk çok bireysel bir deneyim. Evet, bir senaryo var. Bir yönetmen var. Dekor, kostümler, ışık, kamera vs… Ama “kayıt” denildiği anda sadece sen ve oynadığın karakter var. Bu kadar “bireysel bir an” a bir kuşağın bakışı bence çok soyut bir kavram. Her bir oyuncunun mesleğine bakış açısı ve yolculuğu günün sonunda sadece onu ilgilendirir. Teknolojinin ilerlemesiyle belki bundan 50 sene sonra “insan” oyunculara gerek kalmayacak ve bir filmi oluşturan her bir unsur sanal ortamda hazırlanıp izleyiciye sunulacak… Kim bilir?
Paketin içerisinde gelen negatif şeyleri doğru yönetebilirsen bir handikabı olduğunu düşünmüyorum. Böyle söyleyince kulağa masum geliyor ama eğer ana akım işler yapıyorsan ve popüler bir oyuncu isen beraberinde gelen sarhoşlukların, yanılsamaların, sahteliklerin, haksızlıkların, adaletsizliklerin kısacası bütün bu saçma ıvır zıvırların seni etkilemesine izin vermezsen hayatta kalabilirsin.
Günümüzde bireysel kimliğimizi bulamayalım veya bulduğumuzu zannedelim diye bize her ortam oluşturuluyor. Mesela sosyal medya bunun en güzel örneklerinden biri. Bireysel kimliğinden önce toplumun sana karşı olan algısını tasarlamak istiyorsun. Yani bir bina inşa etmek istiyorsun hatta bazen bir gökdelen… Ama temelin yok! Zaten bu arayış, hayatın ta kendisi değil mi? Bu arayışta, ben doğru yönlendirirsem mesleğimin de pozitif bir etkisi olacağını dusunuyorum. Fakat bireysel kimliğimi de sadece mesleğim üzerinden tasarlamak istemem.
Oyunculuk çok içsel bir meslek. Her oyuncu, bu yolculuğu çok farklı yaşıyordur. Önemli olan, etrafında seni içten gelen bir dürüstlükle eleştirebilecek insanların söyleyeceklerini dinlerken boş laflara kulak asmadan, sadece performans odaklı çalışmak. Çok şanslıyım ki ailem ve sektörden veya sektör dışından olan bütün arkadaşlarım, bugüne kadar yaptığım her işle ilgili bana dürüstçe fikirlerini söyleyebiliyorlar. Bunun yanı sıra oynadığım ilk karakterden bugün oynadığım ve çok güzel övgüler alarak daha da güzelini yapmaya teşvik edildiğim “Bahar” karakterine kadar olan yolculuğumda kendimdeki gelişimi görmek de çok gurur verici. Beraber çalıştığım her ekipten aldığım değerlerle yoluma devam etmek istiyorum.
İlk sinema filmimde hem de! Kesinlikle tekrarlamak istediğim bir deneyimdi! Şimdi oynasam eminim bambaşka olurdu… Ama düşününce o gün o sette olan ben ile bugün burada bu soruyu cevaplayan ben arasında hem çok fark var, hem de hiç yok. Her rol için aynı şey geçerli aslında. Nasıl okuduğumuz bir kitap veya izlediğimiz bir film, bizi bulunduğumuz zaman ve duruma göre etkiliyorsa her rol de bir oyuncunun o karakteri canlandırırken ki durumundan bir şeyler taşıyor. Bu dışarıdan gözlemlenebilen bir durum değil, daha çok oyuncuyu, hislerini yönlendiren bir durum. Fikriye hanımla efkarlanmak çok isterdim… Her bir kadehte içini dökmeye daha da heveslenip gözleri daha da nemlenirdi herhalde… Umarım bu dünyada yaşadığı çaresizliğin mükafatını evrende bir yerlerde alıyordur.
”Hayatı akışına bırakarak yaşamak ve iyi bir insan olmak için uğraşmak benim en büyük hedefim sanırım…”
Gerçeği hiçbir zaman bilemeyecek oluşumuz! Bu gerçeği kabullenmek istemiyor beynim. Konuyu tarihte yaşanan bir aşk hikayesi olarak ele aldığımızda aslında elimizde çok daha fazla kaynak olması gerektiğini düşünüyorum. Demek ki neler neler oldu ki halka bu olayların aktarılması uygun görülmedi. Oysa geçmişte yasayan insanların aşk, ihanet, terk edilme vs hikayelerini okumak bizi o kişilere bir adım daha yaklaştırıp, onların da duyguları olan birer insan olduklarını fark etmemizi sağlıyor. Ama ben inanıyorum ki gerçekler ortaya çıkacak. Belki ben yetişemeyeceğim ama Fikriye hanımın ruhu huzura kavuşacak.
Başkalarına zarar vermediğim sürece sonucu için değil de süreci için yaşamaya değer olduğunu düşündüğüm durumlar. Bir risk aldığınızda iyi veya kotu bir sonuca bağlanana kadar yaşanan o yüksek duyguların tarifi yok. Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ise risk almak başarı kadar başarısızlığı da göze almaktan korkmamak. Denemek, yanılmak, yılmamak, perspektifini değiştirmek, çözüm üretmeye istekli olmak… Bunlardan birkaçını becerebiliyorsan aldığın riskin sonucu başarılı olsa da olmasa da süreçte sana öğrettiklerinin değerini görüyorsun.
Özgüven, egonun hiç sevmediği kardeşi veya kuzeni filan bence… Birbirine bu kadar yakın ama aynı zamanda hiç alakaları olmayan iki şey daha düşünemiyorum. Bu soruyu bana sorduğun için beni özgüveni yüksek birisi olarak gördüğünü varsayarak cevabıma devam ediyorum…. (Gülüyor) Sanırım çekirdek aileden aldığın koşulsuz sevgi, bireysel kimlik arayışı macerasına başladığında sana verilen özgürlüğün getirdiği sorumluluk alma bilinci ve gezegende beraber yasadığın her canlıya duyduğun saygı birleşince ortaya “özgüveni yüksek” duygu durumu çıkıyor… Mu? Aaa! Bir de kesinlikle başarısızlığı, yenilgiyi nezaketle karşılayabilmek gerekir.
İnsan ırkının doğaya ve hayvanlara saygı duyduğu herhangi bir zaman dilimi bana uyar…
Garip bir şekilde aklıma ilk gelen illüzyonistler ve sihirbazlar oldu… Herhangi bir performans izlerken işin teorisinden ve “Nasıl yapıyor?” sorusundan uzaklaşıp sadece gösterinin bende yarattığı etkiye teslim olurum… O noktada gerçekliği sorgulamayı bırakırım ve benim için gerçek olanın karşımdaki için de aynı anlamı taşıyıp taşımadığını düşünürüm. Fakat buna zıt olarak günlük hayatımda her konuda gerçeği bilmek isterim. Bu beni üzecekse de, yıkacaksa da, delirtecekse de hiç fark etmez. Bir taraftan da bazı hayatlar o kadar katlanılamaz durumdaki gerçeği bilsen bile günü atlatmak için kandırılmak istiyorsun. Mesela Kadın dizisinde oynadığım Bahar karakteri ilk bölümlerde çocuklarını kandırıyordu. Kandırmak kelimesi kulağa masum gelmese de Bahar bunu en masum şekilde ve çocuklarını koruma içgüdüsü ile yapıyordu. Senaristimiz Hande Altaylı ilerleyen bölümlerde bu kandırmanın faturasını Bahar’a o kadar güzel çıkarttı ki Bahar bu yaptığı kısa vadede günü kurtarsa da çocuklarının geleceği için ne kadar yaralayıcı olduğunu gördü. Çünkü gerçek ortaya çıkacaktır. Sadece zamanını bekliyordur. Belki de insanların gerçeği öğrenmektense kandırılmayı tercih etmelerinin sebebi beraberinde getirdiği eyleme geçme arzusundan korkmalarıdır. “Cehalet saadettir.”diye bir laf vardır ya İngilizcede sanırım bunun için söylenmiş olabilir. Gerçeği bilmek harekete geçmeyi gerektirir ve hepimizin o kadar “meşgul” hayatları var ki…
Burak’la yemek yapıyorum. Daha doğrusu o yapıyor ben öğreniyorum. Kocaman bir mutfağımız var ve orda Burak’la vakit geçirmeyi çok seviyorum. Çok dinlendirici ve aynı zamanda doyurucu! Kedilerimle miskinlik yapmayı da ihmal etmiyorum…
Bu diziden sonra biraz dinlenmek ve ceplerimi tekrar doldurmak isterim. Yapmak istediğim o kadar çok şey var ki… Mesleğimle ilgili olarak animasyon seslendirmek ilk sıralarda yer alıyor. Sinema filmi, senaryosu güzel olduğu sürece, her zaman iyi bir fikir. Tiyatro artık kendimi ufak ufak hazır hissettiğim bir arena, kim bilir belki bir oyun, belki ikinci bir yabancı dil, belki uzun bir sırt çantası tatili, belki de köy hayatına geçiş… İnan bilmiyorum. Keşke yurt dışındaki meslektaşlarım gibi önümüzdeki 4 senenin çekim programını bilsem ve ona göre hayatımı düzenlesem ama maalesef ülkemizde bu mesleği yaparken haftalık program yapmak bile imkansız.