Avrupa’nın önde gelen güncel sanat sergisi Venedik Bienali, Venedik Film Festivali’ni ve Venedik Mimarlık Bienali’ni de bünyesinde barındırıyor. Sanat bienali iki yıl arayla tek sayıyla biten yıllarda yapılırken mimarlık bienali çift yıllarda düzenleniyor. Ancak bunun istisnasına bu yıl hep beraber tanıklık ediyoruz. Sanat dünyasının olimpiyatları olarak tanımlanan Bienal’e katılım, çağdaş sanatçılar için oldukça prestijli. O yılın sanat yönetmeninin küratörlüğünü yaptığı merkezi bir sergi, bireysel ulusların ev sahipliği yaptığı ulusal pavyonlar ve Venedik genelindeki bağımsız sergiler… Büyük etkinliğin kalbinde sevdiğimiz sergileri inceleme zamanı. Nitekim 23 Nisan’da başlayan yılın sanat etkinliği yazın da devam edecek.
Uluslararası serginin dışında ulusal temsilleri olarak sanatçılar, pavyonlarda kendi gösterilerini sergiliyorlar. Giardini’de bulunan 30 köşke sahip olan ülkelerin dışında adanmış binaları olmayanlar, Venedik Arsenale’de pavyonlar ve şehrin her yerinde palazzolar oluşturuyor. The Milk of Dreams’de 213 sanatçı yer alıyor ve sanatçıların çoğunluğunun erkek olarak tanımlandığı önceki gösterilerin aksine bu sene sanatçıların sadece yüzde 10’u kendini erkek olarak tanımlandı. Bienalin sanat yönetmeni Alemani, gösterisini açıkça feminist olarak tanımlıyor.
Ukrayna pavyonu diğer bienallerde gördüğümüz üzere siyasi mesaj içeriyor. Nitekim her zaman son derece siyasi olan Venedik Bienal’i, 1934’te Hitler ve Mussolini’nin buluşmasına sahne oldu. Şubat ayı sonlarında Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ikinci gününde, küratör Maria Lanko ve ekibinin üyeleri 72 bakır huniyi kutulara doldurdu ve ardından Kiev’den sürdüğü arabasına yükledi. Huniler, Kharkiv merkezli sanatçı Pavlo Makov’un bir heykelinin bileşenleriydi. Fountain of Exhaustion böylece savaştan kaçan sanatçıların çabasıyla sergide yerini aldı.
Öte yandan Lübnan pavyonunda gözler The World in the Image of Man’de. Hem ekonomik hem de siyasi olarak çöken Ortadoğu’yu etkisi altına alan ve bitmek bilmeyen kaosu yansıtıyor. Sanatçı Arbid’in bölünmüş ekran videosu Allô Chérie, Arsenale’ye gelen ziyaretçileri kendi yolunda durduruyor. Eserin diğer yaratıcısı Baalbaki’nin iki taraflı yerleştirmesi Janus Gate, parçalanmış bir şehir fikrini pekiştiriyor. Bir taraf çekici neon ışıkları ve sprey boyayla boyanmış brandalarla kaplıyken, Beyrut’un “iki yüzünü” etkileyici ve güçlü bir şekilde gösteren adi cephenin arkasında döküntülerle dolu rahatsız edici bir kulübe duruyor.
Fransız Pavyonu da tıpkı Fransız toplumu gibi kimlik arayışı içinde. Dreams Have No Titles adlı pavyona adım atmak, bir film setine girmeye benziyor. Fransız-Cezayirli sanatçı Zineb Sedira’nın Bienal sunumu 1960’ların ve 70’lerin Cezayir sinemasına ve onun İtalyan ve Fransız film endüstrileriyle olan bağlantılarına odaklanıyor. 2022 Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının 60. yıl dönümü olduğu için sergi tam zamanında yapılıyor.
Danimarka Pavyonu, Uffe Isolotto tarafından yaratılan ve Jacob Lillemose tarafından küratörlüğünü yaptığı We Walked the Earth’ü sunuyor. Tüm pavyona yayılmış olan eser, ziyaretçileri Danimarka pastoral çiftlik yaşamının görüntülerinin tuhaf bilimkurgu unsurlarıyla karıştığı bir dünyaya davet ediyor. We Walked the Earth, insan başlı attan oluşan bir aileye odaklanan bir ölüm kalım dramı sergiliyor. Sürekli değişen gerçekliğimizin zorluklarıyla başa çıkmak için mücadele eden yaratıklar, günümüz dünyasının derin belirsizliğini yansıtan umutsuzluk ve umut arasında bir kargaşa durumunu somutlaştırıyor.
Ve tabii ki Türkiye pavyonu en merakla beklediklerimizden. Türkiye, Arsenale’de yer alan pavyonda 1991’den beri yer alıyor. Füsun Onur’un Evvel Zaman İçinde… adlı sergisi insanların gezegende yarattığı tahribata karşı birleşen bir grup fareyle kedinin öyküsünü anlatıyor. Türkiye Pavyonu için metal telleri bükerek ve şekillendirerek farklı karakterler ve bu karakterlerin hayatlarından çeşitli kesitler sunan sahneler görüyoruz.
Ülkelerin kendilerini tanıtmalarına ön ayak olan pavyonların yanı sıra bireysel sergiler de dikkat çekiyor. 22 Nisan Dünya Günü’ne özel ve 59. Venedik Sanat Bienali’nin açılışını kutlamak için Lavazza Group, #EmbracingVenice ile sanatçı Saype’nin Land Art projesi BeyondWalls’ın yeni etabını sunuyor. Lavazza Group özellikle güncel bir konuya dikkat çekmek istiyor: dünyadaki yaşamın kırılganlığı ve üzerinde yaşama ayrıcalığına sahip olduğumuz gezegene karşı insan sorumluluğu. Sıkışan iki el, bunca krizin ve her şeyden önce iklimin tehdit ettiği bir dünyada geleceğe dair bir umut mesajı.
İsviçreli sanatçı Ugo Rondinone’nin “burn shine fly” başlıklı kişisel sergisi ismini
Amerikalı şair John Giorno’nun şiir kitabından alıyor. Venedik’teki en eski ve en önemli Scuole’lerden birinin tarihi duvarlarına kuruluyor.
Drone’lu performans Venedik Bienali’nin ilki olarak tarih yazıyor. Kolektif eylem ve bireysel özgürlük üzerine şiirsel bir meditasyon sunan ve bunların dış tehditlerin mevcudiyetinde nasıl değiştiğine dair büyüleyici bir drone koreografisine tanıklık ediyoruz. Birbiriyle savaşan drone’lardan yırtıcı olanlar kırmızıyken masumlar beyazla temsil ediliyor.
Ödüllü sanatçı ve film yapımcısı Wu Tsang, sürükleyici bir büyük ölçekli dijital film yerleştirmesi olan Of Whales’i sunuyor. Dev ekranda suya yansıyan görüntülerde, Giaggiandre’nin tarihi yapısı içindeki pasajlar boyunca uzanan çarpıcı konumu, su yüzeyindeki 16 metrelik ekranı yansıtan sürükleyici bir fon ekliyor. VIVE Arts tarafından desteklenen Of Whales, sanatçının Moby Dick’ten ilham alan multidisipliner projesinin yeni bir ürünü.
Adını bu kez İngiliz sürrealist ressam Leonora Carrington’ın ürettiği çizim serisinden ve “The Milk of Dreams” çocuk kitabından ilham alan bienalde 1433 eser sergileniyor. Meraklısı için, daha fazlası Venedik Bienali’nin internet sayfasında.