Eda’nın gardırobunda paha biçilmez bir eser var: Annesinin, büyükannesinin nişan elbisesinden yaptığı bir elbisenin büstiyeri. Geçmişten bir yankı olan bu değerli parça, kişisel tarihi ve zamansız modayı iç içe geçiriyor.
Eda’nın tarzı, 90’ların cüretkar ruhu ile yankılanıyor. Bu ona göre moda tarihinde bir altın çağ, bireylerin korkusuzca deney yaptığı ve kendi benzersiz stillerini oluşturduğu bir dönem. Eda’nın moda mantrası ise: ”moduma ve nasıl hissettiğime göre.” Eda, modada ‘imkânsız’ kavramını reddediyor ve “Olmaz diye bir parça yok her şeyi cool hale getirebilirsin. İçinden geldiği gibi giyin.”diyerek kendine güvenle iddia ediyor. Bu, stilin trendler tarafından dikte edilmediği, bunun yerine bir kişinin özgürce ifade edilmesi gerektiğini gösteriyor.
Moda ve sürdürülebilirlik kavramlarının kesişme noktasında, Eda; “seçimlerimizde doğaya saygılı davranmanın, kaliteli ürünler almanın ve ürünlerin yaşam döngülerini uzatmanın” öneminin altını çiziyor. Sürdürülebilir ideoloji, Eda’nın vintage tutkusu ailesinden gelen bir miras. Geçmiş ile günümüz arasında bir harmoniyi benimseyen moda kültürü; deneysel bir bütünlüğü de beraberinde getiriyor. Eğer Eda’nın tarzı bir şarkıda ses bulsaydı, bu “Genresi Experimental, Improvised Jazz” olurdu. Her enstrümanı çalanın kendi içinden geldiği gibi bir melodi çaldığı, birleşimlerinin ahenk içinde olduğu bir melodi ile yankılanırdı. Eda’nın tarzı, doğaçlama caz müziği gibi, beklenmedik unsurların bir araya gelip harmonik ve unutulmaz bir şölen oluşturduğu bir senfoni gibi…
Creative Direction by Duygu Bengi
Interview by Ceydanur Demir
Photography Umutcan Öncü
Creative Team Murat Kıvık