Yalnızlık ve çaresizliğin sinir yıkıcı manzarasını seyre çıkıyoruz. Nuri Bilge Ceylan katmanlanarak açılan dünyasında; cesur, şaşırtıcı ve provokatif bir yaklaşımla bizi karşılamakta.
Sinemanın hareket ettiren etkisi, beyazperde üzerinde insan doğası ve insan davranışları; edebiyat ile kurduğu yakın bağ üzerinden, çıplaklıkla ve soğukkanlılıkla sunulduğu bir eserin ışığındayız. Sevilme arzusunun, yeni ve taze hislere olan duygusal açlığın, sınırsız ve sonsuz bencilliğin izleyiciyi kışkırttığı bir dünya içinde, Türkiye’nin sosyo-politik peyzajının karmaşıklığı ve çaresizliği üzerine bir anlatının içerisindeyiz. Nuri Bilge Ceylan, seyirciyi yer yer rahatsız, empatik ve her daim kendine öz bir noktadan seslerle sinemasını bir araya getiriyor. Karşımızda: “Kuru Otlar Üstüne”.
Uzun yıllar boyunca yönetmene hayat arkadaşı olan Ebru Ceylan ve “Ahlat Ağacı” filminde çalışmaya başladığı Akın Aksu ile senaryo koltuğunu paylaşıyoruz. Film, Ceylan’a ilk büyük Cannes zaferini getiren “Uzak”da olduğu gibi; bozkırlarda, taşralarda, kuru otlar üstünde bir yolculuğun içinde açılıyor. Hızlı gitmemize gerek yok! Anlatılar, izleyenin ruhunun yakınlarına kadar nüks ettikçe senaryonun gizli perdeleri aralanıyor. Bu senaryo içinde Ceylan’ın en karmaşık ve nihayetinde aşağılık kahramanlarından birinin, samalayıcı bir şekilde kendini gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Alaycılık ile tüm çarpıklığı ve düşünce yapısını deşifreler halinde bize anlatan bir dil söz konusu. Nuri Bilge Ceylan için bu beklendik bir durum. Beklenmedik olan ise, bu yapıyı işlerken kullandığı tavır. Başka hiçbir filminde görmediğimiz kadar cesur teknik seçimler, oyuncaklı bir yapı ve beklenmedik karakter kurguları bu tavrı oluşturan ana unsurlarımız.
Kimlik krizleri, orta yaş krizleri, politik eylemsizlik ve örgütlü mücadele çatışmasını uzun uzun tartışıyoruz. Bu tartışmalar yaşanırken hipnotik bir etkiye sahip “Kuru Otlar Üstüne”. Atmosferin derin ve hikaye dolu dokusu, hikayenin kalbinde yatan ahlaki temaları sererek izleyiciyi estetik bir evrende tutuyor.
Bu filmi bir başyapıt yapan bir diğer unsura geçelim. Nefis bir gerçeklikle kurulmuş oyunlarına şahit olduğumuz tüm oyuncu kadrosunun ikna edici performansı, seyirciye duyguların adeta ailevi bir yerden aktarımını sağlamış. Bu nüfuzun en büyük kaynağı ise, eşini benzerini görmediğimiz kadar güçlü bir kadın kadın karakter; varoluş biçimiyle bizi paralize eden bir yerde. Merve Dizdar’ın kaygılandırıcı derecede gerçek oyunu, izleyicinin kendini bu evrende bitap hisler eşliğinde ayakta durmaya çalışmasına ve narsistik özelliklerin içinde kendi özünü bulmasına teşvik ediyor. Tüyler ürpertici gerçeklikler, kalbimizin içindeki fikir ayrılıklarıyla yüzleşirken aklımıza Rumi’nin “Doğrunun ve yanlışın ötesinde bir yer var seninle orada buluşacağız.” sözü geliyor.
Uzun bir filmin sonuna gelirken düşünecek çok şeyimiz var… Sizi filmden aldığımız ilhamla derlenen playlistimize davet ediyoruz: