İnci Eviner: Benim için izleyicinin bu sahneyi gezerken tüm duyularının açık olması, bedensel ve görsel algılamayı kişisel bir deneyime dönüştürmesi çok önemliydi. Bu nedenle yaptığım mimari yerleştirme çok katmanlı bir anlam üretimine olanak verecek bir ortam yaratmak arzusuyla şekillendi. Dar koridorlar, merdivenler, farklı yükseltideki platformlar, platforma saplanmış sandalye ve parmaklıkların izleyiciyi benim de öngöremediğim karşılaşmalara hazırlamasını istedim ve bu ülkede yaşananların duygusuna bulaşmış, tanımlaması zor bir deneyim yaşayarak buradan ayrılmasını diledim.
İnci Eviner: Başlarken aklımda siyasi gündem ve bunun baskılarıyla türlü çeşitli başa çıkma yöntemlerinin bizim günlük hayatımızın bir parçası olması fikri vardı. Günlük ihtiyaçların, insani ilişkilerin siyasileşmesi ve hayal dünyası arasında bir gerilim yaratmak istedim. Kitlesel yer değiştirmelerin yarattığı varlık sorunuyla bizim siyasileşen hayatımız, Hannah Arendt’in bir metninde buluştu ve bu metinde yer alan bir paragraf bu gerilimi çok güzel özetledi aslında. Yerleştirmenin önemli parçalarından ses tasarımı ve hareketli videolarsa zihnin tüm alanlarına ve duyularına hitap ediyor. Aslında mekânı tasarlarken tüm bu duyuları şaşırtmak ve yoldan çıkarmak istedim; yani görsel olarak bütünü algılayamadığımız bir mekânda sese güvenip güvenmeme sorusuyla, sesin kaynağını kaybettiğinizde hissedeceğiniz korkularla ya da geçmişin mitlerinden fırlamış gölgeli garip figürlerle karşılaşıyorsunuz.
İnci Eviner: Bu biraz da hareketli figürlerin anonim olanla bireysel olan arasına sıkışmış hallerinin getirdiği bir duygu. Başından beri tüm yerleştirmede yaratmayı düşündüğüm temel çelişkiyi, yani ben ve biz olma çıkmazını böyle yansıtmak istedim. ‘Biz, Başka Yerde’de de bu karşılaşmanın yollarını aradım. Kimliklerin ulusal sınırların ötesine taşındığı bir dünyada, ‘biz’ olan hafıza ve ona musallat olan cinler, periler ve mitlerle, bireysel haz, arzu ve yaşanmışlıklar birbiriyle sürekli olası anlamlar üretmek için benim de bilmediğim oyunlara giriyorlar. Mesaj vermek yerine bu duyguyu yaşatmak istedim. Aklımdaki soru: Belki de acaba çelişki olarak gördüğümüz gerilimler yeni varoluşların önünü açabilir mi?
İnci Eviner: Çizerek düşünebiliyorum. Çizmek, beni yaptığım işin gerçekliğine bağlıyor, yani sanat üretme eylemini doğal bir ihtiyaca dönüştürüyor. Gerçekten yaşadığı çağ ve toplumla derdi olan insanların sanat yapabileceğine inanıyorum. Kafamızda taşıdığımız soru ve dertlerle sanat yapıtının içinde farklı bir varoluş imkânı arıyoruz. Desen benim bilinmedik hayal dünyası ya da bilinçaltı dünyasıyla görünen gerçekler arasında denge kurmamı sağlıyor. Kaldı ki çizmek benim için hâlâ çocukluğumdan kalan bir isteği de taşımaya devam ediyor.
İnci Eviner: Yaratım süreci bazen coşkular bazen de korkularla dolu benim için ama heyecan hep var. Kimi zaman karanlıklardan, kimi zaman neşe ve umutlardan topladığım cesaretle meydan okumak, hayatın ve varoluşun tanımlanması zor sırlarla dolu dünyasına girmek, hem kırılgan hem güçlü olmak…
İnci Eviner: Özellikle sergiden sonra edebiyat okumak benim için kurtarıcı oldu şu günlerde. İmgelerle düşünmek, bazen kelimeler ve cümlelerle düşünmek kadar derin olmuyor ya da şöyle söyleyebilirim; kelimeler arasındaki zenginliği ve derinliği edebiyatla sürekli hatırlamam gerekiyor. Ancak o zaman imgeler zenginleşiyor ve bilinçaltı derinleşiyor.
İnci Eviner: Bir seneden uzun bir süre Orhan Pamuk’la desen çizme üzerinden aynı atölyeyi paylaşarak geliştirdiğimiz bir dostluğumuz var. Zaman zaman ona ayırdığım masada o desen çizerken bir yandan da bu yapıtların ortaya çıkmasına tanıklık etti ve sonunda Orhan Pamuk bu hayali kahramanların sesinden konuşmaya karar verdi. Elbette bu benim için müthişti ve olağanüstü metinler ortaya çıktı. O bu figürleri konuşturmasaydı iş eksik kalırdı diye düşünüyorum. İşbirliğimizin böyle sonuçlanması beni çok sevindirdi ve gururlandırdı.
İnci Eviner: Feminist hareketin anlamı farklı tarih ve kültürlerde sürekli değişip genişliyor ama ülkemizdeki toplumsal cinsiyet şartları içinde oldukça acil ve bizim özgürlükle ilgili tanımlarımızı kökten sarsıyor. Bir yandan sanatın sonsuz zengin imgeler ve özgürlükler dünyasına kendinizi kaptırıyorsunuz ki bu dünya insan olmanın bir gereği. Fakat gözlerimi açtığımda bir kadın cinayet haberi beni bu özgürlüğün bir yanılsama olduğuna inandırıyor. Gerçekte, sanatçı kişisel deneyimi ve benlik duygusuyla ötekilerin acısı arasında yeni özgürlük tanımlarının peşine düşer. Bazen şöyle düşünmekten kendimi alamıyorum; bu ülkede kadın cinayetleri son bulsa da kendi annem ve anneannemin hafızasını taşımaya devam edeceğim. Bence bu konu oldukça karmaşık ve çok derin.