Brooklyn’deki bir striptiz kulübünün kör floresan ışıkları ile oligark malikanelerinin steril boşluğu arasında geçen Anora, aşktan ziyade bir baskı aracı. Akıl almaz, baştan çıkarıcı, görmezden gelinmesi imkânsız Mikey Madison, Rusça, İngilizce ve hayatta kalmayı çok iyi bilen bir dansçı olan Ani’yi (kızlık soyadı Anora) canlandırıyor. Fantezi için para ödeyen erkekleri korkutacak kadar zeki. Aptal rolü yapıyor ama kontrolün kimde olduğu konusunda hiçbir kafa karışıklığı yok. Pek sayılmaz.
Sonra Mark Eidelstein’ın naif bir gevşeklikle canlandırdığı Vanya giriyor: Kendinin farkında olmaktan çok mirasa sahip zengin bir çocuk. Ani’nin bir haftalığına kız arkadaşı olmasını ister. Ani pazarlık eder. Aşka, şehvete, yalnızlığa ya da belki de güzel bir elbise giyerek iş anlaşmasına benzer bir şeyin içine düşerler. Vegas yaşanır. Sözleşme evlilik cüzdanına dönüşür. Şakacı kalp kırıklığı başlar.
Baker bunu kötü bir yolculuğun nabzıyla çekiyor: kenarlarda bulanık, merkezde karanlık bir şekilde parıldıyor. Anora’yı izlemiyorsunuz, tökezliyorsunuz. Her şey çöküş ve yükseliş, şerit ışıklar ve kırık camlar.
Madison’ın performansı? İnanılmaz derecede iyi. Histerik ve lanetli, manyetik ve canavarca. Ani’yi sadece bir karakter değil, bir çelişki haline getiriyor. O bir kurban mı? Bir dolandırıcı mı? Artık biliyor mu? Baker bu soruların sigara dumanı gibi havada asılı kalmasına izin veriyor. Final sahnesi geldiğinde -yıkıcı, rahatsız edici, mükemmel- cevap istemeyi bırakmış oluyoruz. Nefes almaya çalışmakla meşgulüz.
Anora’nın şarkı söylemesini sağlayan şey sadece keskin dürüstlüğü değil, aynı zamanda performans anlayışı – kimin kimin için ve ne pahasına performans sergilediği. Ani kuralları biliyor: güzel ol, esnek ol, fanteziyi finanse eden eli ısırma. Ve sonra onları teker teker yırtıp atıyor. Sayfalarda kan ve yanaklarında rimel izleri kalır.
Bu sadece sınıf, güç ya da ticari aşk hakkında bir film değil. Mutlu sonun bedeli hakkında. Ve onu satmayı reddeden kızla ilgili.