Dikkat çekici, ufak tefek şeyler anımsıyorum. Evde çoğunlukla klasik müzik dinlenirdi. Kimi anlarda duyduğum şeyler evin içinde şuursuzca koşmaya başlamama sebep olacak kadar etkiliydi. Kaçmak ister gibi… Hatta bazen kulaklarımı tıkıyordum. Beni bu kadar çok etkileyen şeyin ne olduğunun farkında olsam da, nasıl gerçekleştiğini anlayamıyor olmam beni sinir ederdi.Doğal olarak anlamak istedim ve zaman içerisinde aileme müzikle ilgili sorular sormaya başladım. Şanslıyım ki cevapları biliyorlardı. Ben de söylenilenleri inanılmaz kolay bir şekilde ve bir kerede anlıyordum. Dokunduğum enstrümanlarla biraz zaman geçirince nasıl çalıştıklarını hemen çözüp, çalabilmeye başlıyordum. Bu şekilde müziğe olan yatkınlığım konusu, ben çocukken konuşulup bitti ve müzik üzerine çalışmam konusunda ailece hemfikir olduk.
“Routine’de duyduğunuz her şey fake. Zaten onu gerçek yapan da bu. Çünkü içinde yaşadığım şey bu.”
Klasik sanatı anlamak, bugün müzik üretmek isteyen herkesin işine yarar ancak günümüz dünyasında bunun sınırlarının yeniden yapılandırılması gerektiğini düşünüyorum. Ben bugün, fiziksel yetilerin anlamını kaybetmeye başladığı bu zamanda, fikirlerin, düşüncelerin öne çıkmaya başladığı bu dünyada, müziğe karşı büyük yetenekleri olan çocukların saatlerinin tamamını enstrümanların başında geçirmek yerine, müzik üzerine daha iyi fikirler üretmeye çalışarak geçirmeleri ve kendilerini yatkın hissettikleri alanlara yönelmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Yön veren parametreler zaman içerisinde değişse de sanıyorum ki bu, genel anlamda bir zevk meselesi. Kompozisyonuma yakışmadığını hissettiğim anda kolayca fikir değiştiriyorum. Geleneksel öğeleri günümüz dünyasına ait bir fikre entegre ederken dikkat ettiğim tek şey, kendimi bunu yapmak için zorlamamak.
“Geleneksel öğeleri günümüz dünyasına ait bir fikre entegre ederken dikkat ettiğim tek şey, kendimi bunu yapmak için zorlamamak”
Tabii aklıma doğal olarak en sevdiğim filmler geliyor. En sevdiğim film bir Nuri Bilge Ceylan filmi, filmde müzik yok. Olanların (Müzik barındıran favori filmlerin) hepsi de layığı besteciler kimlerse onlarla çalışmış. Bir filmi izlerken böyle bir cümle kurduğum hiç olmadı sanırım.
Routine’de kendimde değil de dışarıya baktığımda gördüğüm şeyi anlatmak istedim. Bunu da olduğu haliyle anlatmaya çalıştım. İnsan sonuçlara düşünerek vardığı için insana olan inancım her zaman tam olmuştur. Ama kurduğumuz dünya için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Siz de dışarıya baktığınızda kendisine doğru ya da hakiki olduğu öğretilen her şeyin aslında bir yalan olduğunu çoktan fark etmiş olmasına rağmen bu konuda elinden hiçbir şey gelmeyen insanları görebilirsiniz. Ben dışarıya bakma sürecimde yaşadığım hiçbir şeyi, hayattan aldığım hiçbir bilgiyi kendime saklamadım, hepsini olduğu gibi Routine’in içine koydum. Ne yazık ki Dünya, bir plaza; çalışanının, metrodaki insan selinin içinde yürürken yaşadığı şeyin, olabileceğinin en iyisi olduğuna inanmak zorunda olduğu bir yer. Bir kağıt toplayıcısının dinlenmek için taşın üzerine oturup hayatı hakkında düşünmek istediğinde ne düşünmesi gerektiğini bile bilemeyecek kadar adaletsiz şartlarda yetiştiği bir yerdir. Sizi korusun diye üzerlerine üniformalar giydirilmiş insanlardan yardım istemeye korkmak zorunda olduğunuz bir yerdir. Ve daha sayamayacağım kadar çok şey. Daha açıkça söylemem gerekirse Routine’de duyduğunuz her şey fake. Zaten onu gerçek yapan da bu. Çünkü içinde yaşadığım şey bu. Bu açıdan düşününce dinleyici ile Arsnova’ya göre daha gerçek bir duygu alış-verişi kurabilir diye düşünüyordum. Şu anda yanıldığımı düşünüyorum o ayrı bir konu.
Routine’i yakın arkadaşım Cihangir’in yeni başlattığı plak şirketi Subroomer Records etiketi ile yayınladık. O dönem Cihangir’in arkadaşı olan Ethem Cem ile tanıştık. Uzun sohbetlerimiz oldu. Ben uzun uzun yapmayı amaçladığım şeyi anlattım. Müziği duyduğunda da kendi içinde güzel bir ilişki kurabildi ve albüm kapağı çalışmayı kabul etti. Ethem Cem bence son derece yetenekli bir sanatçı. Çalışmasını olduğu gibi kabul edip albüme ekledim.
Yaptığım şeyin matematiksel bir formülü yok. Zira bir böyle bir formülü olsaydı yaratım sürecini de pekala bir bilgisayara yaptırabilirdim. Ama yaptıramam. Çünkü sanat eserlerini öznel yapan şey, bilinçlilik halinin formüle edilemeyişi zaten. Benim de bilinçlilik halimin üretimlerinde her şeyden önce amaçladığı bir şey var ve üretimimin bu amaca ulaşması için düşünerek vardığım sonuçlar, çözümler, dayandığım temeller elbette ki var. Burada kısaca bahsetmek isterdim ama çok çıplak kalır. Öte yandan tabi ki bunu açıklayabiliyor olmak istiyorum. Bir süre önce de biraz daha uzun bir metinde bu düşüncelerimi toparlama çabasına hali hazırda girdim. Ancak yazdıkça tutarlı olan ve olmayan bir çok şeyle, çok fazla değişkenle ve üzerine düşünülmesi gereken daha bir ton detayla karşılaştım. Metin sanırım bittiğinde bir kitap boyunda olacak çünkü gerçekten bu sorunun cevabını vermek için çok fazla konuyu derinlemesine açmak gerekiyor.
“Ne yazık ki Dünya, bir plaza; çalışanının, metrodaki insan selinin içinde yürürken yaşadığı şeyin, olabileceğinin en iyisi olduğuna inanmak zorunda olduğu bir yer.”
Müzik arayıp bulmak için fazla zaman ayıramıyorum. Dinleme tecrübelerim genellikle çevremdeki insanların benimle paylaştıklarından ibaret oluyor. Aralarında beni yakalayan şeyler oluyor tabii ama hep farklı sanatçıların farklı eserleri…
Elektronik müzik, artık müzik sanatının en önemli ve verimli enstrümanlarından biri olarak dinleyici tarafından kabul görmediği, teknolojinin yapabildiklerinden dans müziği üretmekten daha fazlası için faydalanılmadığı sürece ilerleme kaydetmeyeceğiz. İlerleyebilmek için bir an önce elektronik müziği, müzik sanatının genelinden ayrıştırmaya son vermeliyiz. Ben ülkemizdeki atmosferin de müsaade ettiğince sanatçılarımızın ilerleme kaydetmek için üzerlerine düşen görevi yaptıklarına inanıyorum. Öğrenmek ya da başlamak isteyen hevesli ve meraklı genç-yaşlı birçok insandan birçok mail alıyorum. Öte yandan son zamanlarda şunu da göz ardı edemiyorum; burada sorumluluk tabi ki sanatçılara düştüğü kadar dinleyicilere de düşer. Bence bir ülkenin sanatının gelişme kaydetmesi ve kendi karakterini bulması, sanatçıların olduğu kadar toplumun da sorumluluğudur. Dinleyici “Dinlemem gereken müziği neye göre seçmeliyim?” sorusuna otomatik olarak “Dinlemesi kolay olanı.” cevabını verdiği sürece hep beraber kendi Oscar’ımızı kendimize veriyor olacağız. Bu dediğimi kimsenin üzerine alınmasını istemem. Toplumun bunu söyleyerek hedeflediğim bölümü nerede yanlış yaptığının farkında değil zaten. Hatta bahsettiğim şey Türkiye’ye özel bir şey de değil.
Alışkanlıkları olan ve şehirde çok belirli alanlarda varlık gösteren bir insan olmama rağmen şehrin hala tahmin edilemiyor olması oldukça etkileyici.
Bu soruyu cevaplamaya çalışmam çok tuhaf olur.
Olay denildiğinde tabi insanın gözünde bir süreci olan sebeplerini araştırabileceğiniz bir şey canlanıyor. Bense, sanırım neyin nasıl ve neden gerçekleştiğini araştırmanın mümkün olmayan “an”lardan ilham alabiliyorum.