Greta Gerwig’in vizyoner yönetimindeki Barbie filmi, toplumun anlam arayışını karşılayan bir başyapıt. Barbie’nin kuralları yıkan ve engelleri aşan bir karakter olmasını hepimiz bekliyorduk fakat film, beklentimizi aşarak seyirciye zekice yaratılmış mesajlar sunuyor.
Film, Margot Robbie’nin başarılı performansıyla Barbie karakterini canlandırmasıyla başlıyor. Barbie, kusursuz cildi, ince vücut hatları ve parıldayan sarı saçları ile toplumun belirlediği güzellik standartlarının bir simgesi. Ancak, gerçek hayata adım atması, “düzgün yürüyebilme” ve “selülit” keşfi gibi beklenmedik “zorlukları” da beraberinde getiriyor. Bu engellerle mücadele ederken, Barbie toplumun güzellik standartlarının ne kadar absürt olduğunu fark ediyor.
Barbie’nin durumu, şu önemli soruyu gündeme getiriyor: Neden yıllar boyunca aynı kadın tiplemeleriyle sürekli karşılaşıyoruz? Yeni hikayelerin ortaya çıkmasını sağlayacak bir değişimin zamanı geldi. Gerwig’in Feminist Barbie’si bu konuyu geniş bir perspektifte tartışmaya açıyor ve cinselliğin nesnelleştirilmesini aşarak modern toplumun karmaşıklığına dikkat çekiyor.
Filmde, genç kızlar için “ideal” Barbie’nin ne olması gerektiği üzerine yoğun tartışmaların yaşandığı, erkek egemen Mattel genel merkezi sahnesi çarpıcı bir şekilde gösteriliyor. Gerwig, bu sahnede toplumumuzdaki eşitsiz güç dağılımını gözler önüne sererek seyirciyi derin düşüncelere yönlendiriyor.
Film boyunca, Barbie ve Ken’in çok sayıda farklı versiyonuyla karşılaşıyoruz; her biri farklı özellikler, meslekler ve cinsiyet rollerini canlandırıyor. “Çeşitlilik” terimi belki bu durumu tam olarak kapsayamaz, ancak karşımıza çeşitli vücut tipleri, işler ve cinsiyet temsilleri çıkıyor. Ken’in ilk başta basit bir tanıdığı olarak tanıtılan Allan, Barbie’nin üzerinde “Tek Allan O” yazılı bir afiş sergilediğinde önem kazanıyor. Bu özgün yorum, toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan LGBTQ+ topluluğunu düşündüğümüzde büyük anlam kazanıyor. Belirgin bir şekilde, film boyunca sadece bir Allan var. Bu yaratıcı kararıyla Gerwig, cinsiyet normları ve stereotiplere meydan okurken, aynı zamanda azınlık grupları için bir önder oluyor ve toplumumuzda var olan sistemsel sorunları aydınlatıyor. Kadın haklarına olan cesur savunusu ve topluluğumuzdaki marjinal grupların sorunlarına dikkat çekmesi, Gerwig’in kararlılığını ve adanmışlığını gözler önüne seriyor.
Şimdi, dikkatimizi Ryan Gosling’in ustalıkla canlandırdığı Ken’e çevirelim. Ken, sarışın saçlı, mavi gözlü bir Adonis’in stereotipine canlı bir örnektir. İlk başta Barbie’ye vurulmuş olan Ken’in, ona olan özlemi hissedilir derecede güçlüdür. Barbieland’de Ken, yalnızca “sıradan Ken” etiketine indirgenmiştir. Barbie ile birlikte gerçekliğe adım attığında dünya görüşü köklü bir dönüşüm geçirir. Bu yeni bulduğu alanında, gücün çoğu zaman fiziksel kudretle iç içe geçmiş olduğunu keşfeder, bu durum Barbieland’ın coşkulu ütopyasına keskin bir kontrast oluşturur. Bu keşfiyle cesaretlenen Ken, kendi egemenliğini oluşturma umuduyla Barbieland’a geri döner. Film sona yaklaştıkça, Ken’in Barbie’ye olan duyguları hüzün ve öfkenin bir karışımına dönüşür. Takdir edilmediğini ve sevilmediğini hisseden Ken, kendine olan güvensizliği ve kabul görme arzusuyla umutsuzca hareket eder. Bir kez daha, Gerwig ustaca yerleşik cinsiyet rollerini ve klişeleri analiz ederek eleştirir.
Renkli tonları, göz alıcı estetiği ve kusursuzluğa olan bitmeyen arayışı ile dolu olan Barbieland, hem fantezi hem de gerçeklikte yaygın olan sorunları zekice sorgular. Barbie filmi, stereotiplere meydan okurken, cinsiyet akışkanlığını destekler ve marjinal grupların kabulünü savunur. Tüm bunları mizah ve keskin zeka ile harmanlamaktadır. Yıldızlarla dolu kadrosu, çarpıcı görselleri ve neşeli mizah anlayışıyla bu film, dünya çapındaki izleyicileri büyüleyecektir.
Şimdi, Barbie filmlerinden esinlenerek hazırladığımız çalma listemizin büyüleyici ses dünyasında kendinizi kaybetmeye hazırlanın. Güven, güç, ritim ve duyusal zevk hissi aşılamak üzere tasarlanmış olan bu çalma listesi, Barbie’nin büyüsünü canlı tutmanın mükemmel bir eşlikçisi…