Bardak dolusu hikayelerin dünyasına adım atıyoruz. Barselona’nın efsanevi barı Sips’in kurucusu Simone Caporale imza lezzetleriyle yanımızda. Bir araya gelmek, paylaşmak ve The Townhouse’un beşinci yaşını kutlarken Simone bize barın arkasında eşlik ediyor. Menüde ise unutulmayacak anlar var.
Bize biraz yolculuğundan bahset. Miksoloji dünyasına dalmaya seni teşvik eden ilk kıvılcım neydi?
Birçoğumuz gibi ben de bir diskoteğin barında çalışmaya başladım. Orada, bunun sadece içki servis etmekten daha fazlası olduğunu anladım. O zamanlar sadece iş olarak gördüğüm bir şeyin içinde gizli bir disiplin vardı. O zamandan beri asla arkama bakmadım… Barmenlik bildiğim tek şey ve bana istediğim her şeyi verdi.
İstanbul’a ilk kez mi geliyorsun? Bu yerel doku içerisinde keşfetmeye en heyecanlı olduğun şey nedir?
Aslında bu benim ikinci gelişim. İstanbul sadece bir şehir değil; keşfedilecek ve ilham alınacak bir dünya.
Mısır Çarşısı ve Eminönü’nü, İpek Yolu kültürüne dayanıyor. Yüzyılların tat profillerini, baharatlarını ve mutfağını kalıntılar taşırlar. Bir miksolojistin bakış açısından, bu miras hangi yaratıcı dürtüleri ortaya çıkarıyor?
Bana göre, sadece uyum sağlayabilen ve diğerleriyle harmanlanabilenlerin; zaman geçtikçe ilerleyecek, büyüyecek ve dayanacak olanların sadece onlar olacağının farkındalığını ortaya koyuyor.
Önce “Artesian at The Langham” şimdi de “Sips” ile istikrarlı bir şekilde büyük başarılar elde ettin. Seni kendini aşmaya ne itiyor?
Bir kişi ve bir bar sahibi olarak sürekli iyileştirme arayışındayım. Bu da beni her zaman ne yaptığımızı ve bunu mümkün olan en iyi şekilde yapıp yapmadığımızı sorgulamaya itiyor. Çok çalışıyoruz. Son 2 ay boyunca evde tam bir gün boş ve kendi başıma geçirmedim. Bu da yaptığımız işe ne kadar bağlı olduğumuzu gösteriyor. En iyisi bu mu? Benim önerdiğim bu mu? Belki evet, belki hayır. Özünde, herkesin denge konusunda kendi görüşü vardır.
Bu gece “The Townhouse”un konuk barmenisin. Burada olmak konusunda seni en çok ne heyecanlandırıyor?
Bu benim Türkiye’deki ilk işim olacak! Vakti gelmişti!
The Townhouse özgün dokulara sahip otantik bir bar. Bu mekanın özellikleriyle nasıl etkileşime geçiyorsun? Atmosfer ne servis ettiğini etkiliyor mu?
Atmosfer, yaptığım her şeyde büyük bir rol oynuyor. Misafirperverliğimi ve içeceklerimi paylaşmak için hepsini harmanlayacağım.
İmza kokteylleriniz neler ve sizin hakkınızda ne söylüyorlar? Nasıl bu hale geldiler?
İşte tarifi: Kalite, deneyim, farkındalık ve yerel ürünlere saygı.
Sadelik ve tekdüzelik arasında ince bir çizgi var. Bu terazide “Sips” nasıl benzersiz bir şekilde basit ama son derece karmaşık kalıyor?
Günümüzde sadelik, ulaşılması en zor şey haline geldi. Basit tekdüze değildir… Basit, sadece birkaç malzemeye sahip olmasına rağmen şaşırtıcı derecede sofistike olabilen bir şey… Tekdüze, sadeliğin hissiyatını uyandırmayan başka herhangi bir şey olabilir…
“Sips” yolculuğuna dönüp baktığınızda, barı bugünkü haline getiren kilometre taşları nelerdi?
Ekip, seyirciler arasında oluşan heyecan, yeni bir içecek sunmaya cesaret etmenin verdiği özgüven…
Bize biraz yaratıcılık sürecinden bahset. Fikirlerini kokteyllere dönüştürürken hangi kaynaktan besleniyorsun?
Her sürecin birbirlerinden farklı başlangıç noktaları var. Ben genellikle “lezzet” ile başlarım. Önce malzemeler üzerinde çalışıyorum, sonra sunum ya da nasıl servis edileceği ve içileceği üzerinde yoğunlaşıyorum. Tat ilk sırada.
Çok boyutlu içme deneyimleri yarattığınız söyleniyor. Bize bu süreci anlatır mısınız? “Wow” faktörünü arıyor musunuz yoksa o sizi doğal olarak mı buluyor?
“Wow” faktörü önemli, her ne kadar günümüzde wow faktörü “Instagram faktörü” ile karıştırılsa da… Ben tek kullanımlık olmayan fikirlere odaklanmayı tercih ediyorum. Bunun yerine, insanların ziyaretlerinden aylar sonra bile barımda ne içtiklerini hayal etmelerini istiyorum.
Mekan tasarımı ve ortamlar duyusal deneyimlerin nasıl algıladığımızla yakından ilgili. Mekanları amacınıza hizmet edecek şekilde nasıl tasarlıyor/yönlendiriyorsunuz?
Gerçekten barda çalışmış olan insanlara güveniyorum. Tasarımcılar estetik uğruna işlev bilincini kaybetme eğiliminde olabiliyor. Ben her ikisinin de başarılabileceğine inanıyorum: güzel ve işlevsel.
Eğer bir şarkıyı, bir kokteylin içine hapsedebilseydin bu hangi şarkı olurdu?
Wish You Were Here – Pink Floyd
Barmenlik son derece sosyal bir deneyim. Bir kokteyli hazırlarken ya da servis ederken kişilik nasıl bir rol oynar?
İnsanlarla iletişim kurmanın keyfi ve sorumluluk duygusu, bunu deneyimlemelisinz!
Görsel bir insan olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Kokteyl sunumlarından menü tasarımlarına ve hatta sosyal medyaya kadar. İletişim dilinizi oluştururken “yap ve yapma”larını bize anlatabilir misin?
Kendiniz olun, diğer insanların zihnini ve beklentilerini elinizden gelen en iyi şekilde okuyun. Herkesi memnun edemeyeceğiniz gerçeğini de kabul edin. Dürüst olun. Karmaşık olan her ne yaparsanız yapın, zahmetsiz ve zarif görünmesini sağlayın.
Based İstanbul bir kokteyl olsaydı tarifi ne olurdu?
Bal, parlak bir narenciye, birazcık acılık ve meşe odunu.
Creative Direction by Duygu Bengi
Filmed and Edited by Umutcan Öncü
Head of Production Gamze Okutucu
Content Editors Belgin Demirhan, Tunga Yankı Tan
Music by Salih Alkan
Photos by Zafer Tektaş
A big thank you to Pernod Ricard and Cq Prive