Beyond the Conceivable w/Joe Boyd

Arts & CultureMarch 23, 2025
Beyond the Conceivable w/Joe Boyd

Bazen hepimiz birer mıknatısmışız gibi hissettiriyor—kaosu çeken, anlamı sürükleyen, uymayanı iten bir mıknatıs. Kontrolü elinde tutmak, bir yön çizmek, daimi bir dans. Yaratıcılık mı? Tam tersi. Özenle yapılmış planları alt üst eden, masayı deviren, kişiyi ham ve göz ardı edilemez bir şeyle karşı karşıya bırakan bir fırtına… Bu güzelim karmaşa içinde yollarımız, ardındaki süreç kadar bağımsız ve dönüştürücü işler çıkaran karma medya sanatçısı Joe Boyd ile kesişiyor. Yaratımları bir rüyadan çekilmiş, çarpıtılıp esnetilerek yeni bir şeye dönüştürülmüş gibi ama ürkütücü bir tanıdıklık hissi de taşıyor. Buna ister tesadüf ister çekim yasası diyebiliriz—her ne ise, yadsınamaz bir şeyin fitili alev alıyor. 

Joe’nun yaratıcı süreci için kasıtlı bir kaos, kendiliğinden olan ve hassasiyetle planlanmış arasında, öngörülemezlikten beslenen bir dans. Joe, göz ardı edilmiş nesneleri, dikkat talep eden anlatılara dönüştürüyor. “İşin aslı, sıradan ya da banal sayarak genellikle gözden kaçırdığımız günlük objelerin taşıdığı potansiyeli görmek ve onları benzersiz bir şeye dönüştürmek” diye açıklıyor. Tarayıcı fotoğrafçılığı diyebileceğimiz mecrası “scanografi”, işlerinin ruhunu yansıtan kusursuz bir metafor gibi—hem sanatına hem de yaşamına yaklaşımını yansıtacak bir dilde: deneysel, ham ve kısıtsız. Her parça adeta yolculuğunun izlerini taşıyor, yaratıldığı anın parmak izi gibi. 

Düşüncelerin kelimelere dönüştüğü, objelerin şekillere evrildiği, fikirlerin imajlar olarak belirdiği bu özel iş birliğinde dünyalarımız iç içe geçiyor. Ortaya çıkan sonuç, paylaşılan bu yolculuğun özünü yakalayan dört müthiş parça—Joe’nun iç dünyamıza dair yorumu ilk kez hayata geçiriliyor. “Bir sanat eserinin iki hayatı vardır: Birini benimle yaşar, diğerini ise dışarıdaki dünyada. Onu ortaya koyduğum zaman artık benim olmaktan çıkar” diyor. Belki gerçek itiraf tam da burada: Yaratıcılık sahip olmakta değil. İpleri bırakabilmekte.

Önce zemini hazırlayalım. Bize sanatınız aracılığıyla yarattığınız dünyayı tanıtır mısınız? Bu evren içinde nasıl bir yolculuktan geçerek scanografiyi keşfettin ve özgün mecran olarak ele aldın?

Benim alanım karma sanat. Tarayıcı, mikroskop ve projektör kullanımı gibi alışılmadık ekipman ve yöntemleri benimseyerek, ev eşyaları ve diğer sıra dışı malzemeleri abstrakt sanat eserlerine dönüştürüyorum. 

Fotokopi makinesini okuldayken keşfettim ve kütüphane kitaplarından aldığım ilhamı kopyalamak için kullandım. Ne var ki bir gün, cam üzerine yerleştirdiğim kitabı kazarak kaydırdığımda görüntüyü büküp esnetebildiğimi fark ettim. Böylece resim, tipografi ve elime geçen her eşyanın görüntüsünü üzerinde manipülasyon deneyleri yaptığım bir yolculuk başladı. 

Ardından, aynı sonuçları evdeki tarayıcıyla da alabileceğimi, böylece bilgisayarımda dijital bir kopya oluşturarak daha sonra yazılımla çeşitli düzenlemeler yapabileceğimi keşfettim. Bu keşif, muazzam sayıda işi, geleneksel ekipmanlara gerek duymadan üretmemi sağlayan müthiş bir ifade aracı oldu. 

Sıradan nesneleri derin anlatılara dönüştürme konusunda scanografi sizin imzanız gibi. İzleyiciye ne aktarmayı, onda nasıl duygular uyandırmayı hedefliyorsunuz?

İşin aslı, sıradan ya da banal sayarak genellikle gözden kaçırdığımız günlük objelerin taşıdığı potansiyeli görmek ve onları benzersiz bir şeye dönüştürmek. Kendime güzelliğin her yerde, hatta insanların çirkin ya da sıkıcı saydığı yerlerde bile olduğunu kanıtlamak için bu şekilde çalışıyorum. 

Umudum, bu duygunun izleyiciye de geçmesi, ona çevresindeki dünyayı yeni bir bakış açısıyla görmek için cesaret vermesi. 

Dijital bir sanat formu olmasına rağmen scanografi, fiziksel dünyayla iç içe bir yapıya sahip, anbean oluşan bir ortak üretim gibi. Fiziksel materyalin öngörülemezliği yaratım sürecinize nasıl etki ediyor? İşleriniz geleneksel algıları çarpıtmayı mı yoksa yeniden şekillendirmeyi mi amaçlıyor?

Ben sadece gelen fikirlere sadık kalıyorum. Başkalarına yıkıcı gelebilir ama çalışma şeklim benim için son derece doğal. Fiziksel materyalin öngörülemezliği yaratıcı sürecimin temel bir unsuru. Buluntu nesneler kullandığımda tamamen benimsediğim bir kendiliğindenlik ve başıboşluk ortaya çıkıyor. Final işin nasıl görüneceğini hiçbir zaman tam olarak kestiremiyorum, bu da süreci heyecan verici ve dinamik kılıyor. Beni materyallere uyum sağlamaya ve karşılık vermeye zorlayarak beklenmedik pek çok keşfe yol açıyor. Hayatı yansıtan, bana belirsizlikle barışmayı ve her zaman yeni olasılıklara açık olmayı öğreten bir uygulama.

Geleneksel normlara meydan okuyarak, kendinizi kabul edilmiş ve alışılmışın karşısındaki bir asi olarak konumlandırıyorsunuz. Bir sanatçı olarak, gerçeklik algısını değiştirmeyi mi hedefliyorsunuz yoksa başkalarını dünyayı sizin özgün bakış açınızla görmeye mi davet ediyorsunuz?

Ben sanatı kendim için yapıyorum, izleyici için değil. Dolayısıyla yaratıcı süreç içinde işin nasıl algılanacağıyla hiç ilgilenmiyorum. Her gün tek hedefim, derinine inmek için yeni ve heyecan verici fikirler bulmak. Bunu yapabildiğim zaman iş zaten benim için başarıya ulaşmış oluyor. 

Aslında bir sanat eserinin iki hayatı vardır; birini benimle stüdyoda yaşar, diğerini ise kamuya sunulduğunda. Bu aşamada onu serbest bırakırım ve izleyicinin verdiği her tepki bana uyar. 

Kendinizle ilgili bir itiraf?

Hayal kurarak çok zaman geçiriyorum. Stüdyomdayken genellikle düşüncelere dalmış oluyorum. İhtiyaç duyabileceğimiz tüm ilhamı bilinçaltında bulmak mümkün. Bu yüzden ben de hep oranın derinlerinde, bir sonraki fikrimin peşindeyim.

You can visit https://thisisjoeboyd.com to learn more about the artist and explore recent works.

Author: TUNGA YANKI TAN

RELATED POSTS