Önce zemini hazırlayalım. Bize sanatınız aracılığıyla yarattığınız dünyayı tanıtır mısınız? Bu evren içinde nasıl bir yolculuktan geçerek scanografiyi keşfettin ve özgün mecran olarak ele aldın?
Benim alanım karma sanat. Tarayıcı, mikroskop ve projektör kullanımı gibi alışılmadık ekipman ve yöntemleri benimseyerek, ev eşyaları ve diğer sıra dışı malzemeleri abstrakt sanat eserlerine dönüştürüyorum.
Fotokopi makinesini okuldayken keşfettim ve kütüphane kitaplarından aldığım ilhamı kopyalamak için kullandım. Ne var ki bir gün, cam üzerine yerleştirdiğim kitabı kazarak kaydırdığımda görüntüyü büküp esnetebildiğimi fark ettim. Böylece resim, tipografi ve elime geçen her eşyanın görüntüsünü üzerinde manipülasyon deneyleri yaptığım bir yolculuk başladı.
Ardından, aynı sonuçları evdeki tarayıcıyla da alabileceğimi, böylece bilgisayarımda dijital bir kopya oluşturarak daha sonra yazılımla çeşitli düzenlemeler yapabileceğimi keşfettim. Bu keşif, muazzam sayıda işi, geleneksel ekipmanlara gerek duymadan üretmemi sağlayan müthiş bir ifade aracı oldu.
Sıradan nesneleri derin anlatılara dönüştürme konusunda scanografi sizin imzanız gibi. İzleyiciye ne aktarmayı, onda nasıl duygular uyandırmayı hedefliyorsunuz?
İşin aslı, sıradan ya da banal sayarak genellikle gözden kaçırdığımız günlük objelerin taşıdığı potansiyeli görmek ve onları benzersiz bir şeye dönüştürmek. Kendime güzelliğin her yerde, hatta insanların çirkin ya da sıkıcı saydığı yerlerde bile olduğunu kanıtlamak için bu şekilde çalışıyorum.
Umudum, bu duygunun izleyiciye de geçmesi, ona çevresindeki dünyayı yeni bir bakış açısıyla görmek için cesaret vermesi.
Dijital bir sanat formu olmasına rağmen scanografi, fiziksel dünyayla iç içe bir yapıya sahip, anbean oluşan bir ortak üretim gibi. Fiziksel materyalin öngörülemezliği yaratım sürecinize nasıl etki ediyor? İşleriniz geleneksel algıları çarpıtmayı mı yoksa yeniden şekillendirmeyi mi amaçlıyor?
Ben sadece gelen fikirlere sadık kalıyorum. Başkalarına yıkıcı gelebilir ama çalışma şeklim benim için son derece doğal. Fiziksel materyalin öngörülemezliği yaratıcı sürecimin temel bir unsuru. Buluntu nesneler kullandığımda tamamen benimsediğim bir kendiliğindenlik ve başıboşluk ortaya çıkıyor. Final işin nasıl görüneceğini hiçbir zaman tam olarak kestiremiyorum, bu da süreci heyecan verici ve dinamik kılıyor. Beni materyallere uyum sağlamaya ve karşılık vermeye zorlayarak beklenmedik pek çok keşfe yol açıyor. Hayatı yansıtan, bana belirsizlikle barışmayı ve her zaman yeni olasılıklara açık olmayı öğreten bir uygulama.
Geleneksel normlara meydan okuyarak, kendinizi kabul edilmiş ve alışılmışın karşısındaki bir asi olarak konumlandırıyorsunuz. Bir sanatçı olarak, gerçeklik algısını değiştirmeyi mi hedefliyorsunuz yoksa başkalarını dünyayı sizin özgün bakış açınızla görmeye mi davet ediyorsunuz?
Ben sanatı kendim için yapıyorum, izleyici için değil. Dolayısıyla yaratıcı süreç içinde işin nasıl algılanacağıyla hiç ilgilenmiyorum. Her gün tek hedefim, derinine inmek için yeni ve heyecan verici fikirler bulmak. Bunu yapabildiğim zaman iş zaten benim için başarıya ulaşmış oluyor.
Aslında bir sanat eserinin iki hayatı vardır; birini benimle stüdyoda yaşar, diğerini ise kamuya sunulduğunda. Bu aşamada onu serbest bırakırım ve izleyicinin verdiği her tepki bana uyar.
Kendinizle ilgili bir itiraf?
Hayal kurarak çok zaman geçiriyorum. Stüdyomdayken genellikle düşüncelere dalmış oluyorum. İhtiyaç duyabileceğimiz tüm ilhamı bilinçaltında bulmak mümkün. Bu yüzden ben de hep oranın derinlerinde, bir sonraki fikrimin peşindeyim.
You can visit https://thisisjoeboyd.com to learn more about the artist and explore recent works.