Chicago at Zorlu PSM: Jazz, Justice, and the Pulse of a City

Arts & CultureApril 21, 2025
Chicago at Zorlu PSM: Jazz, Justice, and the Pulse of a City

Zorlu PSM kulisindeyiz. Broadway’in en uzun soluklu müzikali Chicago sahneye çıkmak üzere. Ve evet, sahne önünden görüldüğü kadar ihtişamlı, ama perde arkasında işler başka bir ritimle akıyor. Tam da Chicago’ya yakışır bir şekilde: soğukkanlı, zarif ve baştan çıkarıcı.

15–20 Nisan tarihleri arasında İstanbul’a gelen bu prodüksiyon, sadece bir müzikal değil — 1975’te başlayan bir kültürel hikâyenin bugüne uzanan canlı bir kanıtı. Altı Tony, iki Olivier ve bir Grammy ödülüyle taçlanan Chicago, Zorlu PSM sahnesinde sekiz özel gösteriyle seyirciyle buluşuyor.

Sahnedeyse 1920’lerin cazla yıkanmış Chicago’su: suç, tutku, şöhret ve kadınların kendi hikâyelerini ellerine alma kararlılığı. Roxie Hart ve Velma Kelly’nin medyayı manipüle eden zekâsı, Bob Fosse’un imzası olan koreografilerle bütünleşiyor. Her adım, her duruş bir anlam taşıyor. Işıklar altında anlatılan şey, sadece bir cinayet hikâyesi değil; adalet sisteminin neye boyun eğdiği, medyanın neyi alkışladığı ve toplumun şöhrete nasıl âşık olduğu.

1975’te Broadway’deki prömiyerinden bu yana Chicago, bir müzikalin ne anlatabileceğine, nasıl hareket edebileceğine ve neden hâlâ önemli olduğuna dair kuralları yeniden yazdı. Keskin hicvi, baştan çıkarıcı koreografisi ve caz çağının hınzır ritmiyle harmanlanan bu yapım, gelip geçen trendlerin ve kültürel anların ötesine geçerek Amerikan tiyatro tarihinin en ikonik eserlerinden biri haline geldi.

Şimdi ise dünyanın en uzun süre sahnelenen Amerikan müzikali, Avrupa turnesi kapsamında İstanbul’da. Sadece sekiz geceye özel olarak Zorlu PSM’de sahnelenen Chicago, yalnızca bir gösteriyi değil; zamansız bir evreni seyirciyle buluşturuyor.

Zorlu’daki prodüksiyon, 1996’daki Broadway yeniden sahnelenişinin efsanevi yalın sahne tasarımına ve milimetrik koreografisine sadık. Sadelik, tüm dikkati bedene, harekete, poza ve bakışa çekiyor. John Kander’ın besteleri ve Fred Ebb’in sözleri ise sadece hikayeye eşlik etmiyor; her keskin senkop ve yükselen tonla hikayeyi ileri taşıyor. Elbette Bob Fosse’un görsel imzası da her detayda hissediliyor — hem alaycı hem de baştan çıkarıcı bir estetikle.

Bu prodüksiyonu çarpıcı kılan yalnızca teknik ustalığı değil, oyuncu kadrosunun sahne üzerindeki hâkimiyeti. West End ve Broadway’den gelen isimlerle dolu bu kadro, karakterlerin seyirci tarafından izlendiğinin ve tüketildiğinin fazlasıyla farkında — ve zaten bu da gösterinin özünü oluşturuyor.

Kareografiler adım adım pekişirken, her oyuncu karakterine bir aksesuarla tutunuyor: baş köşeye yerleştirilmiş fötr şapkalar, eski gazete manşetleri… Hikâyenin ruhu sadece repliklerde değil, kostümlerde, nota defterlerinde ve kuliste birbirine göz kırpan anlarda saklı.

Sahneye çıkan her karakter, sadece bir rol değil, bir dönem ruhu taşıyor: Velma Kelly’nin her adımı gölgesinde bir öfke barındırıyor, Roxie Hart’ın her gülüşü sahte bir umutla yankılanıyor. Oyuncular sadece dans etmiyor, adeta dönemin toplumunu, medyasını, ceza sistemini sahne üzerinde yeniden inşa ediyor. Ve orkestra, bütün bu duygulara zaman tutan görünmez bir metronom gibi eşlik ediyor.

Zorlu PSM’de perde açıldığında yalnızca bir gösteriye tanıklık etmiyoruz. Seyircisine, çağına ve hepimizin içinde saklı tuttuğu ilgi arzumuza ayna tutan kültürel bir yapıta adım atıyoruz. Chicago, sadece bir müzikal değil; suç, tutku ve şöhretin kesiştiği bir zaman kapsülü. Sahne önünde olduğu kadar arkasında da kolektif bir enerjiye, geçmişle bugünün buluşmasına tanıklık ediyoruz.

Gösteri sona erdiğinde ise final, yalnızca bir selamdan ibaret kalmıyor. Başrol kadın oyuncular, ellerinde sekiz adet kırmızı gülden oluşan buketlerle sahneye çıkıyor. Her bir gül, oyunun kalbindeki sekiz kadının hikâyesine adanmış birer simge. Oyuncular bu gülleri seyircilere doğru atarken, sadece teşekkür etmiyorlar; aynı zamanda bu kadınların öyküsünü, duygularını ve sesi hâlâ yankılanan isyanlarını izleyiciyle paylaşıyorlar. Chicago’da final bile bir jest değil, sahnenin ruhuna katılmış bir anlatı formu. Her bir çiçek, sahne ile seyirci arasındaki görünmeyen bağı güçlendiriyor.

Author: Birce Naz Köş

RELATED POSTS