Baktığınız resimlerde duygular uyanır, yeni bir düşüncenin, hislerin kökleri bedeninize kendini bırakır. Alice Neel de geçmişte karşısına çıkan duvarları tek tek yıkarak 20. yüzyılın en önemli iz bırakan ressamlarından biriydi. Arkadaşlarından ailesine, Andy Warhol’dan Kenneth Fearing’e kadar, göçmenleri, fakirleri, gay ve transgender’ları, işçileri ve siyasi aktivistleri resmetti. Geçmiş dönemin üstüncül bakış açısını ardında bırakarak; çizdiği öznelerin geçmişine bakmasızın, eserlerinde onların hikayesine yer vererek, hümanist ve politik tavrını göstermekten asla çekinmedi. Kendini bu şekilde her kesimden insanın, her zaman yanında olduğunu resimleriyle anlattı.
Vücudun neler anlatabileceği bilinmezken, bu beklenmedik unsuru kullanmayı Neel çok seviyordu. 1940’lar ve 1950’lerin avangart figürasyonlarını çalışmayı bıraktıktan sonra kendine has tarzını geliştirdi ve belki de bu sebeple insan vücuduna yeni bir perspektifle bakmaya başladı Alice Neel. Her bir fırça darbesinde kendine dair bir iz bırakmayı başararak; eserlerindeki öznenin kişiliğine, duygularına kısaca hayatına dair hatıralarını bizlere aktarıyordu.
İnsanların karmaşıklığını ve farklılıklarını kucaklayan Alice Neel, geçtiğimiz yüzyılda yaşamış olmasına rağmen modern renkleri, fırça darbeleri ve biçimleri eserlerinde kullanıyordu. Büyüleyici ve bir o kadar da alçak gönüllü olan tavrı, ruhların gizli derinliklerine inerek; insan deneyiminin zengin dokusuna keşfetmeye her daim çağırıyor.
Bu keşfetme davetiyesini, en bilinen eserlerinden Nancy and Olivia ve Andy Warhol‘da paylaşıyor Alice Neel. Çizdiği portrelerde, hem bireyin hem de hayatın gerçeğini yansıtan Neel, Nancy and Olivia eserinde, gelini olan Nancy bir annenin çocuğuyla otururken annesel iç güdüsünü ve dayanıklılığını aktardı. Annenin kucağındaki torunu Olivia ise, dünyayı keşfetmeye açlığı içindeki gözlerle bakarken resmetmişti. Alice Neel, sadece öznelerini kullanarak duygulara yer vermezdi, belli ki gündelik zamanın sıradanlığı kadar, Nancy and the Rubber Plant eserinde, yine Nancy’i arkasında dev kauçuk ağaçla birlikte resmeden Neel kişiler ve objeler arasında bir denge yakalayarak doğanın huzur ve sakinliğini gelininin düşünceli oturuşuyla harmanlamayı tercih etmişti.
Yine, Andy Warhol adlı eserinde, Warhol’un en saf halini yansıtacak şekilde cesur ve dikkat çekici fırça darbelerini kullandı Neel. Öznelerin özünü, yani, herkesten sakladıkları yanlarını yakalayarak, fiziksel özelliklerinden de öte içsel düşüncülerini ve duygularını eşsiz bir yeteneğiyle gün yüzünü çıkardığına dair en büyük kanıtıdır aslında bu eser. Öyle ki, kendini çepeçevre koruyan, herkesten saklayan Warhol; peruklar, makyajlar, güneş gözlükleri, daha önce görülmemiş kıyafetleri giyerek “Çıplaklık, varlığım için bir tehdittir.” demişti. Ona rağmen Alice Neel, Andy Warhol’un en savunmasız, beklenmedik ve yalnız hislerini, bir diğer deyişle, gerçek Andy Warhol’u saklandığı kutudan çıkardı ve dünyaya sundu.
Her şeyin hızlıca değiştiği günümüz dünyasındaysa zamanı durdurmayı başaran böyle eserlerle karşılaşıyor olmak hayata dair izlerin bulunması oldukça güç bir gerçeklikle bizi baş başa bırakıyor. Güzellik gerçektir, gerçek güzelliktir, diyor Keats. Alice Neel de Keats’in felsefesinden ilham alarak hayatın mücadelesini, trajedisini, sevincini, eserlerinde topladığı ruhları zamansız eserleriyle ortaya çıkardı.
Bu ilham dolu, zamanı durdurabilen rüzgarlar; bizleri Barbican Art Gallery’nin duvarları arasında 21 Mayıs’a kadar ziyaret edebileceğimiz Alice Neel dünyasına çekiyor. Portrelerin ardındaki hikayelere kendinizi bırakın.