İlk yönetmenlik deneyimin “Delikler” nasıl başladı? Bizi projenin başlangıcına götürür müsün?
Bir Kars seyahati sırasında, bu iklimin beni ne kadar kolaylıkla öldürebileceğini farketmem ve bunun inanılmaz özgürleştiriciliği. Shuzo Oshimi’nin Aku no Hana mangası. Ann Antidote ve Lun Ario’nun Çıplak Ayaklar’daki shibari workshop’u.
Karakterlerimiz filmin ilk dakikasından son dakikasına, karda dondurucu bir yolculuk gerçekleştiriyor. Peki ya, filmin yolculuğu? Yapım süreci nasıl ilerledi? Ne tarz zorluklarla karşılaştın?
Filmi, çok küçük bir ekip ve bütçeyle, neredeyse imece usulu, -8 C’yi bulan hava şartlarında çektik. Müge (Büyüktalaş) ile 2019 Ocak ayında Tokyo’da karşılaştığımızdan beri üzerine konuştuğumuz bir projeydi. Daha sonra ekibe görüntü yönetmeni olarak Yaya S. katıldı ve elini verip kolunu kaptırmayı ihmal etmeyerek, beraber senaryoyu cilalamak, montaj yapmak ve daha birçok konuda bana destek oldu. Eşim Letisya, hem projenin prodüksiyonuna katılıp, hem de kostüm ve sanat departmanını üstlendi. İşin parçası olan herkesin özverisiyle ortaya çıkmış bir proje kısaca.
İki karakteri izliyoruz Delikler’de. Bu karakterler cinsiyet tanımlarını ne oranda yanlarında taşıyorlar? Bir kadın ve bir erkek olarak mı yaratıldılar senin evreninde, yoksa iki insan olarak mı?
İki karakterin de cis erkek ve kadın kodlarını taşıdığını düşünüyorum. Bu onları belli bir cinsiyetin temsilci objesi haline getirmiyor tabii. Eğer karakterlerin kendilerine sorabilsek, bence onlar da toplumsal normlar dahilinde kadın ve erkek olarak tanımlarlar kendilerini.
Hiçlik, hiçe ve daha çok hiçe uzanıyor. Bir istikamet veya varış noktaları yok. Çünkü zaten birbirlerinin yanında, olmaları gereken yerdeler.
Ali Emir Tapan
Kültürel değerler ve kimlik kodları Delikler’de nasıl can buluyor?
Karakterlerin ilişkisindeki kırılma noktası, adamın gayet ödipal bir serzenişiyle tetikleniyor ve yine gayet ödipal bir sözel şiddet eylemi ile vuku buluyor. Kültürel değerlere, bu anneleştirme, doğduğunun farkında olmama kadar ait bir element düşünemiyorum. Tekil olamayıp, sürekli yakınındakileri ebeveynleştirme çabası gayet net bir kültürel deformasyon.
Mekanlar üzerinden ilerlersek… Bir yoklukla, dünyasallığın birleşimini görüyoruz. Yeri tespit edilemeyen ama tanıdık bu yerde, karakterlerimiz doğanın içinde yürüyorlar. Ama nereye? Tüm bu hiçlik nereye uzanıyor?
Sadece, insanlar dünyasının ters yönüne yürüyorlar. Belki metaforik bir okuma da yapılabilir. Filmi mayalandırarak kendinin yapmak, en az benim kadar izleyicinin de hakkı. İşin, üreticisinden bağımsız olarak, kendine ait bir varoluşu ve rezonansı var sonuçta. Fakat ben, eninde sonunda bu karakterlerin o iklim ve şartlara dayanamayacaklarını düşünüyorum. Var olamayana kadar beraber var olmaya devam etmek, onlar için tek seçim. Çünkü geri dönmek cehennem.
Hiçlik, hiçe ve daha çok hiçe uzanıyor. Bir istikamet veya varış noktaları yok. Çünkü zaten birbirlerinin yanında, olmaları gereken yerdeler.
Şiddet ve cinselliğin dışavurumları filmde dikkat çeken bir konumda. Bu iki kavramın kendini bu denli hissettirmesi yaratıcısı olarak sende nasıl bir noktada duruyor?
Şiddet, nefretle bağlantılı olmak zorunda değil, kendi başına bir iletişim formu da olabilir. Hatta bazen, alışılmış olandan çok daha derin bir sevgi ifadesi. Burada tabii iki tarafın da rızası dahilinde gelişen bir durumdan bahsediyoruz. Toptan pazarlanmış bir romantizme güvenmemek kadar doğal bir şey yok benim için. Hiçbir özgünlüğü olmayan bir tüketim malzemesi. Eğer kendimizi hangi durumlarda karşımızdakine veya karşımızdakilere en yakın hissettiğimizi seçemezsek, nasıl özgür hissedebiliriz ki bir ilişkide? Söküp, çıkarıp nasıl hasat edeceğini bilene, inan her insan sapık. Mesele sadece dürüstlük ve özgürleşme cesaretini bulup bulamamakta. Kimsenin, hiçbir gerçekliğe ödenecek borcu yok. Konu zaten özgür olduğunun farkına varmak.
Film biteli 2,5 sene oluyor. Yazmaya başladığın ilk günden bugüne sende ve filmde neler değişti? ‘Şimdi olsa şunu değiştirirdim’ dediğin bir şey var mı?
Film, 2020’nin Mart ayında bitti. Aslında 2.5 sene, filmi yazma fikrinin aklıma düştüğünden bu yana geçen süre. Şu an tabii ki başka hassasiyetlerim var. Hızlı değişen ve bundan keyif alan bir insanım. O noktada istediğim filmi yaptım ve şu noktada yine istediğim filmi yapacağımı umuyorum. Belki bir gün yeniden oturup, başka bir montaj yapabilirim. Fakat şu an bu film bana bir parçamı hatırlatıyor ve bunu unutmamaktan memnunum.
Ali Emir Tapan için sırada ne var?
Nirvana. Artık bu ölüm ve yeniden doğuş çemberinden çıkmayı düşünüyorum. Bunun dışında, Dilek Aydın’ın yapımcısı olduğu, Çiğdem Onat ve Aytaç Uşun oynadığı yeni bir kısa film daha yaptık bu sene. Onun nerelerde mecrasını bulacağını heyecanla bekliyorum. Şu an henüz detayına girmek istemediğim iki projeyi daha yazma aşamasındayım. Kısacası aşık ola ola yaşamaya devam etmeyi planlıyorum.