Bu sergi kapsamında üç farklı müzenin arşivlerine girdiğinizde ve orada vakit geçirdiğinizde gördüğünüz sanat eserleri ile nasıl bir bağlam oluşturdunuz?
Yaz aylarında Arter’deki sergimin hazırlığı sırasında, binadaki diğer sergiler de kurulum aşamasındaydı fakat eserlerin çoğu hali hazırda yerleştirilmiş ya da yerleştirilmek üzereydi. Binanın her tarafına yayılmış eserlerin hareketine uyan bir set vardı ve “Gizli Konferans”ın içindeki fikirlerle çok iyi örtüşüyordu. Özellikle yukarıdaki katta, Ayşe Erkmen’in eserleri ile mimariyi kendi içinde harekete geçirme ve dengesiz hale getirme fikrini çok sevdim. Bu, sanat eserlerinin gösterim aparatları içindeki organizasyonunu sürekli olarak sorgulama anlamına da geliyor aynı zamanda.
Önemselliğin değişimi doğal bir süreç. Bir sanat eseri arşive taşındığında, sanatsal misyonunda ne tür bir değişiklik olabilir?
Bir sanat eserine ait fikirlerin bir arşive taşındığında değişeceğini sanmıyorum. Bu sadece kendi kendini öne süren başka bir konuşma başlığı. Araştırmak istediğim şey de buydu. Depoların yerleri de çok önemli bir role sahip. Örneğin, “A Fractured Play”de, depo alanı Roma şehrini 360 derece gören manzaraya sahip bir odada yer alıyor. Dış alan, nesnelerin sınırları olmayan kendilerine özgü ortamlarında buluştuğu ve fikir haline geldiği bir araştırmayı teşvik ediyor. Neticede sergi alanı devam ediyor ve eserler kendi içinde birleşiyor.
Çalışmalarınız sıklıkla mimariyle, coğrafyayla, heykelle, performans sanatıyla ve filmle yüz yüze geliyor. Bu yönelimlerin kendi içinde doğal bir uyumu var mı? Eğer varsa, bu sergide nasıl bir araya getirdiniz?
Çalışmalarımda, sürekli olarak alanı nasıl işgal ettiğimizi, zaman ve dili kullanıp çeşitli yaklaşımlarla inceleyerek araştırıyorum. Zamanı bir birikim, birbiri ardına gelen bir kavramdan çok bir arşiv dizisi olarak görüyorum. Genellikle soyut bir dil kullanırım, böylece okumak veya anlamak zorlaşır; böylece göstergebilim fonksiyonlarından sıyrılır. Bu yöntemle zamanı ve hacimlerini inceliyorum, dilin otoritesini ve kendi kaynaklarının güvenilirliğini yeniden değerlendiriyorum. Mekansal araştırmalar, filmik ortamın ve çevre elemanlarının (zaman, mekan, ışık ve ses) yapısındaki bozulmalarla ortaya çıkar. Sabit bir platformda hareket eden cevaplar yerine fikirler, başlangıç noktalarıdır. Farklı müzikal katmanlardan ve anlamlardan oluşan bir şarkı gibi, simultane bir beraberlik… Çalışmalarımda, teknik, anlamsal, duygusal ve tarihsel parçalar olarak ayrı ayrı incelenebilen eserler yaratmaya çalışıyorum. Parçalar, bir şarkı, hikaye veya görüntü olarak fikri ortaya çıkarıyor. Böylece parçalar, izleyiciyi eserin gerçek anlamından uzaklaştıran keşfin ve akla getirdiği kavramların başlangıç noktası ve malzemeleri olarak görev alır. Bu süreçte izleyici zamanı kişisel kaotik bir disiplin veya teknik gibi kullanarak eserleri birbirine bağlar.
Hiç deponuz oldu mu? Yaşamınızda önemini yitiren eşyaların dönüşümü nasıl oldu?
Depolanan bazı sanat eserimin dışında, bir kaç tane kişisel eşyalarım var fakat onlar da önemini yitirmiş değil. “Gizli Konferans”da dikkatimi verdiğim şey, müzelerin kendi kendilerini organize ederken, arka planda tutulan eserler. Elbette, müzelerde neyin toplanacağı veya depolanacağına dair kararlar verildi ancak bu birikmiş bir sürü fikrin bir oda içinde onlarca yıl bir arada durması… Bununla ne üretmeye çalıştıklarını merak ediyorum.
Klasik ve modern kültürel mirasın sembolik değerlerinin filmlerdeki meditative etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Meditatif efekt, farklı bir zaman ve mekan yaratarak belirli şeyleri düşünme ve görmektir. Filmler, koleksiyonların büyümesiyle, eserlerin aktif sirkülasyondaki yerlerinin azalması paradoksuna odaklanıyor. Eserlerin çoğu, etiketli, tescilli bir izleme sistemine kayıtlı ve depoda duruyor. Bozulmuyor, zamanın sert ve yıkıcı etkilerinden korunmak üzere gelecek nesillere bırkılıyor. Depolamada belirleyici olan boyut ve şekil. Eserler, mekan verimliliğini en üst seviyeye taşımak için eşleştirilir ve birleştirilir ve birlikte depolanır. Aslında filmlerdeki bağlantı, zamanın esiri olmakla ve alana sıkıştırılmakla alakalı. Bu sayede üç film, benim üçleme düşüncemi ortaya çıkarıyor: Derin depo, derin zaman ve derin mekan.
Son zamanlarda, yeniden yayınlanma hareketi müzik endüstrisinde önemli bir rol oynamaya başladı. Yeniden yayınlama üzerine bir çok müzik şirkerti kuruldu. Arşivleri kazmak da bir tür müzikal miras. Bunun gelecekte görsel sanatlarda yer alacağını düşünüyor musunuz?
Müzik endüstrisini, görsel sanat sirkülasyonu ile bu bağlamda karşılaştırmak zor. Müzecilik sistemi hali hazırda başka zaman periyotlarından eserleri tekrar görmemize olanak sağlıyor. Müzikte aynısının olduğunu düşünmüyorum. Elbette birçok dönemden arşivler barındıran Paris’teki Ircam ve benzeri yerler hariç. Bence müzik sektöründe “yeniden yayınlama” ve “arşiv kazma” terimleri ancak bir şeyi başka bir bağlamda yeniden düşünmek olarak düşünülebilir. Bir öncekini şimdiye getirmek. Bu olmadan sanatın olabileceğini sanmıyorum. Bu yüzden bunu bir gelecek meselesi olarak görmüyorum.
Topluluk Hafızası “Gizli Konferans” kapsamında film yapımında nasıl bir rol oynar? Kendinizi bu filmlerdeki karakterlere karşı bir oyuncu olarak görüyor musunuz?
Kelimenin tam anlamıyla bir “toplayıcı” da olsam, müzenin otoriter işlevlerini kurumsal eleştiriye yönelik bir girişimde kullanmıyorum. Ayrıca projenin başlığında arşiv teriminin basit kullanımı, “sanatsal araştırmanın” yükselişinin kendi başına bir uygulama olduğunu gösteriyor. Tarih yazarken kullanılan kolektif modları yansıtan kasıtlı belirsizliği seviyorum. (Müze duvar etiketlerinden web’e) Bunu çağdışı bir mola olarak değil tarihle etkileşimde kalarak bugünün ontolojisini ortaya koymaya çalışıyorum. Her sanatçı kendi sesi, mizacı ve dili ile konuşur. Burada ben aktör değil gözlemciyim.
Görünmeyen sanatın gerçek/kendine özgü kalitesi nedir?
Arşiv fikrinden, sanat eserlerinin varlığını sürdürmesinden, kamuoyundan gizlenmesine rağmen görsel dilimize katkıda bulunmasından çok etkilendim. Depolardaki farklı sanat eserleri arasındaki görünmez bağları araştırdım. Kalıcı kültürel değerler taşıyan, tutarlı bir alan için kolektif fikirler ortaya çıkaran bir ağ ortaya çıktı. Özellikle depo rafları ve incelikle geliştirilmiş hafıza sistemlerinden etkilendim. Filmde farklı kompozisyonlar yakalamaya çalıştım. Örneğin eserlerin nasıl dizildiği ve bu şekilde yan yana dizilmiş halleri ile nasıl farklı bir katman oluşturduklarını anlatmak istedim.
Sanat eserlerinin depolara kapatılmış olması, gün ışığından uzak eserlerin düşüncesi beni büyülüyor. Görünmeyen sanatın özgün kalitesi nedir? Anılarımız ve bir sanat eseri ile olan yaşanmışlığımız, algılarımızı asıl nesnenin görüşünden daha fazla mı tanımlar? Bir sanat eserinin büyük bir yerde depolanması beni çarptı! Sanki sonunda dinlenmesi için ayrılmış, sanat piyasasının karmaşık işlemlerinden, pazarlıklardan, iletişimden, sahibinin değişmesinden oluşan yorucu süreç sonrası derin bir uykuda gibi… Ve sonra, arşive katılacak yenilerin, tüm arşivin kolektif hafızasına neler getirdiği sorusu var. Bir kelime veya isim için kendi hafızamızı aradığımızda, aklımıza gelen bazı gizli veya rastgele kavramların ve durumların bunu hatırlamamıza nasıl yardımcı olabileceği oldukça garip.
İşaretlere inanır mısınız?
Elbette.