Görsellik ailemin ve dolayısıyla yetiştirilişimin en tanımlayıcı parçalarından biri oldu hep. Bir sanatçı oğlu olduğumdan etrafım hep imgelerle doluydu. Annem ve babamın bana okuduğu masallar, hikayeler ve efsaneler imgeler dünyasına dair algımı açtı. Semboller ve dünyaya dair sezgisel bir anlayış taşıyan imgeler bu dünya için bir duyarlılık yaratmamızı sağlıyor. Dikkatimi ilk çeken ve bende hala merak uyandıran nokta bu.
Sezgisel.
Otantik olmak birkaç faktöre bağlanamaz, bir histir. Bu his kişiliğinizi işinize kattığınızda uyanır. Birinin işinde adanmışlık görürsem onu otantik olarak tanımlarım.
Fotoğraf birçok çevre, deneyim ve insan anlamında kapı açıcı bir etken oldu. Sosyal çevremi fotoğraflarıma dahil etmeyi hedefliyorum; bu sebeple ben ve işlerim arasındaki çizgi gittikçe belirsizleşiyor. Fotoğraf bir insan olarak bana şekil verdi ve bundan son derece memnunum. Ancak yıllar içinde, fotoğrafçılığı bir meslek olarak benimsedikçe yaratıcılığımın sınırlandırıldığı, müşterilerin fikirleriyle şekillendirildiği projeleri kabul etmek zorunda olduğumu öğrendim. Bu iki yönü dengelemeye çalışıyorum. Yaratıcılığımla para kazanabildiğim için mutluyum bu nedenle bana doğal ve rahat geliyor.
Benim açımdan sanat için olmayan bir sanat yok. Fakat sanatın sosyal yapıda bir sorumluluğu olduğunu da düşünüyorum; sanatçı toplumun bir parçası ve bu sorumluluğa sahip. Sanat için sanat egoist bir öz gerçekleştirme olduğuna başarısız oluyor. Sanatta sınır olmamalı. Doğru sanatın bir reçetesi yok; sanat neden- sonuç kavramını vurgulayan bir olgu. Örneğin sanat olarak silah satmak ekstrem bir fikir olabilir ama bana göre sanat dünyayı, evreni ve insanları zihin açıcı biçimlerde değiştirmeyi ve çevrenin bir yansıması olmayı hedeflemeli.
Bu soru beni biraz düşündürdü! Tabii kendi dönemim olan 1990’lardan ve 2000’lerden etkilendim. Bu dönemlerin estetik anlayışı bana daima ilham verecek ve işimin büyük bir parçası olarak. Yine de bireyselliğin, bireysel sanatın ve bugün yarattıklarımızın başlangıcını simgeleyen dönem Rönesans. Bu dönemde insanın artık evrenin merkezi olmadığı yepyeni bir dünya görüşü oluştu. O dönemin isimleri için çok yoğun bir deneyimdi ve bunun uzun süreli etkilerini hala hissediyoruz.
Benim için keşif benliğim ve çevrem arasında ikicil bir süreç. Bu çevrenin bir parçası olarak ben bu keşfe dair çevremde gördüğüm bir fikre, duyguya sahibim. İçsel sürecim dış dünyayla korelasyon halinde ve -genelde- hep oradaymış gibi hissettiğim keşiflere yol açıyor.
Bu kreatif süreçleri kelimelerle anlatmak neredeyse imkansız ama yine de kendimi anlamaya çalışayım. Kreatif süreç bir karşılaşma. Dünyada hali hazırda var olan ile içimdeki arasındaki bir karşılaşma bu. Kreatif bir birey olarak o kadar çok akıştan etkileniyorum ki bunları her imgede bulabilirsiniz. Mutlu tesadüflerin, benliğimin ve dünyada bulduklarımın bir ürünü; daha önce bahsettiğim sezgi kavramıyla alakalı.
Tek bir çekimden ziyade dünyayla etkileşim biçimlerim bana ilham veriyor ve beni şekillendiriyor. Benim için önemli olanlar sosyal süreçlerin neyle ilgili olduğu ve bireyler arasındaki ilişkinin anlamı. Farklı ülkelere seyahat edip bu sayede farklı kültürlerle ve imgelerle etkileşime giriyorum.
Bu soruyu Joseph Beuys’un meşhur alıntılarından biriyle yanıtlamak isterim. “Jeder Mensch ist ein Künstler” yani “Her insan sanatçıdır.” Kendisinin de dediği gibi ne yaparsa yapsın her insan yaratıcıdır ve herkes “sosyal heykel”in bir parçasıdır. Yalnızca sanatçılar değil; aynı zamanda öğretmenler, avukatlar ve tesis müdürleri de öyle. Günümüzde bireysel kutulara dair daha güçlü bir anlayışa sahibiz. Bireysellik modern dünyanın gelişmelerinden etkileniyor. Asıl zorluk yaratıcılığımızı yeniden bir araya getirip paylaştığımız ve sayesinde iletişim kurduğumuz bir yön belirlemek.
Czar’la çok farklı kültürel birikimlere sahibiz. O Filipinler, Laguna’da yaşıyor; ben Almanya, Berlin’denim. Yıllarca internet üzerinden iletişim kurduk; işlerimiz hakkında konuştuk ve fikir alışverişinde bulunduk ama gerçek hayatta hiç tanışmadık. “A New Nothing” için hazırladığımız proje çok güzel bir işti. Kültürel ve dilbilimsel sınırların olmadığını, sezgisel bir seviyede iletişim kurabildiğimizi gösterdi. Anlayış dilin, ortak bir alanın ve hatta karşılaşmanın ötesinde bir olgu.
İyi bir diyalog ego değil, kabullenme odaklı olmalıdır.
Gelecek nesiller için sosyal medyasız bir dünya hayal etmek imkansız olacak. Bu platformun gücü sizi görünür kılmasında yatıyor. Kendi ölçeğinizin dışında, uluslararası hatta küresel bir seviyeye görünürlük kazanıyorsunuz. Örneğin, sosyal medya olmasa Czar ve ben birbirimizin fotoğraflarını keşfedemezdik. Ama tabii bir izlenim ve resim bombardımanına maruz kalıyoruz ve bu da ayrım yapmayı zorlaştırıyor. Neyi tükettiğinize fazlasıyla dikkat etmeniz gerekiyor.
Arkadaşlarımın çevresi bana çok ilham veriyor. Birlikte bir şey yaratıyoruz, toplumların ve kendimizin sınırlarını keşfediyoruz. Berlin’de ifade özgürlüğü olduğu için çok şanslıyız çünkü bu yaptığım iş açısından büyük önem taşıyor. Bu sayede birçok fikir ve proje doğuyor zira ifade özgürlüğü özgür sanatın temelini oluşturuyor. Gelecek işlerimde bu özgürlüğü kullanmaya, onu görünür kılmaya devam etmek istiyorum. Yalnızca buradaki insanlar için değil, özellikle özgür olmayan insanlar için.