Framing Myself As a Figure, As a Sculpture

UnframedJanuary 20, 2023
Framing Myself As a Figure, As a Sculpture

Fotoğrafın merkezine insan figürünü, hareketin merkezine ise rastlantıları koyan Isabelle Wenzel, fotoğraf dünyasına kazandırdığı yeni bakış açısıyla hem izleyici hem de sanatçı rolünü üstleniyor. Fotoğraflarında mükemmellik sınırlarının dışına çıkmayı estetik bir tercihe dönüştüren Isabelle için fotoğraf; kendisini bir figür, bir heykel olarak çerçevelemekle eş değer. Dünyadan bağımsız olmadığımıza inanan, dualiteleri ortadan kaldırmak için çabalayan ve en önemlisi her şey yolundaymış gibi görünse de hep bir çıkış yolu olduğuna inanan Isabelle’e bir adım daha yaklaşın!

“Hareket” sizin için ne anlam ifade ediyor?

Isabelle Wenzel: İki zıt nokta düşünün. Biri dijital dünya, diğeri ise fiziksel dünya. Hareket, rastlantılarla ilgilidir ve bu da benim için erişilemez, ışıltılı görüntülerin tam tersidir. Hareketin fiziksel ve zihinsel sağlığımız için giderek daha önemli bir hale geldiğini düşünüyorum.

Bir akrobat olarak kendinizi fotoğraf sanatına adamanıza ne sebep oldu? Size çekici gelen neydi?

Isabelle Wenzel: Fotoğraf sanatıyla yollarımız tesadüfen kesişti. Fotoğrafçı dışında her şey olmak istemiştim; hiçbir zaman “bakan kişi” olmamıştım, genelde diğer taraftaydım. 19 yaşındayken dizimi ciddi şekilde incittim ve uzunca bir süre antrenman veya gösteri yapamadım. Dolayısıyla o süreçte yeni bir şeyler bulmam gerekti. Okula gitmeye karar verdim, başlarda bunu yalnızca bir boşluğu doldurmak olarak düşünmüştüm. Bir tasarım okulundaki portfolyo sunumumdan sonra, fotoğrafçılık okumam tavsiye edildi. Hayatımda aldığım en iyi tavsiyelerdendi diyebilirim. Fotoğraf sanatının birileri için performans sergilemekle çok fazla benzerliği olduğunu fark ettim. Sonuçta ikisi de sunum ve bakışla alakalı. Ama artık her şey canlı değil, bir odada tek başınıza zıplayabilir veya bomboş bir tarlada koşabilirsiniz ve yine de ne yaptığınızı
ve hislerinizi başkalarına gösterebilirsiniz. Hatta tek başınıza çalışırken, bir şeyler karalarken veya doğaçlama yaparken, daha sonra çok daha geniş bir kitleye ulaşabileceğinizi bilirsiniz. Fotoğraf çekmenin zaman yönü düşünüldüğünde, fotoğraf sanatının geçmişe, şu ana ve geleceğe bakışımızla ilgili olduğuna inanıyorum. Fotoğraf sanatı, bana aynı anda hem izleyici hem de sanatçı olma imkânı verdi. Bana sunduğu sürprizlere ve bir şeye sonsuza kadar bakabileceğimiz gerçeğine aşık oldum.

Estetik anlayışınızı nasıl tanımlarsınız? Kendi bedeninizi konu alma tercihinizden bahseder misiniz?

Isabelle Wenzel: Oldukça basit bir estetik anlayışım olduğunu düşünüyorum. Fotoğrafın merkezinde her zaman bir insan figürü var. Fonda fazla hareket yok ve güneş ışığı gibi sade bir ışık var. Her şey, bakan kişinin eserdeki dengeyi göreceği şekilde tasarlanmıştır. Renklerle sıklıkla oynarım ama yine de görüntünün oldukça el değmemiş kalmasını seviyorum. Fotoğrafta, mükemmel olmayan bir şeyler olmasını hedefliyorum. Kişinin oldukça zarif görünen duruşunun yanında, garip bir şeyler de olmalı. Mesela elinin alışılmadık bir şekilde durması veya başka durumlarda, modelin her an bayılacakmış gibi görünmesi ve canının acıyacağını hissetmeniz gibi. Kendi bedenimle çalışmamın sebeplerinden biri de bakmaktan ve performans sergilemekten aldığım keyif. Yaratım süreci olarak bakıldığında da kimseyle görüşme ayarlamak zorunda olmamak işleri kolaylaştırıyor. İlham geldiğinde veya bir şeyler hoşuma gittiğinde hemen işe koyulabiliyorum. Bu süreç o kadar ani ki, neredeyse resim veya heykel yapmak gibi. Model, sanatçı ve materyal benim. Çalışırken oldukça meditatif bir hale bürünüyorum ve iletişim kurmam gerekmemesi çok hoşuma gidiyor. Çalışırken yaşadığım dünyayı bir kenara bırakıp zihnimi kapatabiliyorum. Bedenim, kamera ekipmanlarıyla deneme yanılma yoluyla birlikte çalışan, bilgi dolu bir makineye dönüşüyor.

Fotoğraf sanatını bir kaçış olarak mı yoksa kendinizi yansıtma aracı olarak mı kullanıyorsunuz?

Isabelle Wenzel: Fotoğrafların, kendimize, diğer insanların bize baktıkları gözle bakma imkânı sunmasının büyüleyici olduğunu düşünüyorum. Yani, evet, otoportre yansıtmayla bağlantılı fakat bunun yanında kendinize çok daha uzaktan bakmanızı sağlıyor. Günlük hayatımda nasıl göründüğümle çok ilgilenmiyorum ve dış görünüşümü yansıtmaktansa daha çok iç dünyamda nasıl biri olduğumu yansıtmayı seviyorum. Fotoğraflarıma bakarken sanki başkasına bakıyormuşum gibi garip bir hisse kapılıyorum. Ama aynı zamanda fotoğraf oyunlarıyla yarattığım kişiliğin, olduğum kişi üzerindeki etkisinin arttığını da hissediyorum. Soyutluk, hayatıma karışmaya başladı. Sanki yarattığım imaja bürünüyorum ve fantezilerimdeki karaktere dönüşüyorum. Ayna saçma bir hale gelinceye kadar; aynadaki yansıma benim, “gördüğün ne ise, sen osun”.

Hareket halindeki bedenleri tasvir etmeye takıntılıyım ve kendi bedenime bakmaktan çok keyif alıyorum. Bu, bir çeşit kişisel bakım ve ölümlülüğü yenmek için verilen umutsuz bir çaba.

Fotoğraf sanatı benim için kendimi bir figür, bir heykel olarak çerçevelemek anlamına geliyor. İnsanın fikirlerini ifade etmesi ve bedenlerimize olan bakışımı anlatmak için muhteşem bir araç.

Fotoğraf sanatı ne şekilde kendimize ve başkalarına bakış açımızı değiştirebilir?

Isabelle Wenzel: Muhtemelen daha önce de açıklamaya çalıştığım gibi, fotoğraf, gerçeği tasvir etmez ama gerçekliği nasıl algıladığımız üzerinde büyük bir etkisi vardır. Yani görüntüler, gerçek olduklarına inanmak istediğimiz için gerçeğe dönüşür ve inşa aşamasına bakma şansımız da yoktur. Bedenlerimizi nasıl şekillendirdiğimiz ve gördüğümüzden ilham alır. Bunu hem negatif hem de pozitif olarak değerlendirebiliriz. Bizi yıkabilir de güçlendirebilir de.

Automatia projenizin çıkış noktası “İnsan olmak ne demektir?” Sorusuydu.  Bedeniniz, makine ve doğanın ilişkisinden bahseder misiniz?

Isabelle Wenzel: Dijital etkilerin bedenlerimizi, günlük yaşantımızı ve doğayla olan ilişkimizi nasıl etkilediğini düşünüyordum. İnsanın (bedenin), makinenin ve doğanın ne olduğunu birbirinden ayırmanın ne gerekli ne de mümkün olmadığına inanıyorum. Bana göre, “Dünya Krallığı”nın başında hükümdar olduğumuz düşüncesi etrafında dönen ataerkil dünyayı ortadan kaldırmamız çok önemli. Bunun felakete yol açtığı ortada. Dualiteleri ortadan kaldırmak için yeni ritüeller geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda, kendimi siber-feminist olarak adlandırabilirim ve doğayla kültürün ayrılmasına karşı çıkıyorum; doğal ve yapay arasındaki sınırlar belirsizdir. Dünyadan bağımsız değiliz ve denge kurmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Bunun da ancak ikili düşüncelerimizden arınırsak gerçekleşebileceğine inanıyorum.

“Drone ile ortaklık kurma” fikri nasıl ortaya çıktı?

Isabelle Wenzel: Kameramın otomatik çekim özelliğiyle 10 yıldan fazladır kendi fotoğraflarımı çekiyorum ve klasik fotoğrafçı anlayışının modasının geçtiğini düşünmeye başladım. Hepimiz sürekli kendi fotoğraflarımızı çekiyoruz ve bu da aslında eser sahibi olmaktan ziyade, dijital dünyayla ilişkimizle bağlantılı. Dolayısıyla, aklıma kendi kendine fotoğraf çeken, hareket halindeki mekanik bir göze sahip olma fikri geldi. Bu şekilde fotoğrafçı rolümü, kim olduğumuzu, dünyaya kendimizi nasıl gösterdiğimizi yansıtan bir makineye devredebilecektim.

“Hareket halindeki bedenleri tasvir etmeye takıntılıyım ve kendi bedenime bakmaktan çok keyif alıyorum. Bu, bir çeşit kişisel bakım ve ölümlülüğü yenmek için verilen umutsuz bir çaba.”

Isabelle Wenzel

Bu çalışmaya yönelmenize sebep olan görüş neydi?

Isabelle Wenzel: Başından beri modelin ikincil planda olması beni rahatsız etmiştir. Her zaman bunda bir terslik olduğunu düşündüm. Neden bakan kişi “işi yapan/aktif” sayılıyor da modelin rolü küçümsenip “nesne” olarak pasifleştiriliyor? Benim işleyişimde model her şeydir. Fotoğraflar bedene bakış ve bedeni hissedişle ortaya çıkar, makineler de araç olarak kullanılır.

Üreten kişilere tavsiyeleriniz var mı?

Isabelle Wenzel: -Kişisel inançlarınızın peşinden koşun

-Başkalarının ne yaptığına çok kafa yormayın

-Diğer sanat dallarıyla ilgilenin

-Zengin olmayı beklemeyin

-Paranızı sanat yapmaya harcayın

-Çok çalışın

-Uyuyun, okuyun, kahve için, arkadaşlarınızla görüşün, partilere gidin

-Kuralcı toplumdan uzak durun

-Sadece büyük anneniz ve büyük babanız hayattaysa çocuk sahibi olun

-Konfor alanınızdan çıkın

-En önemlisi de: Hayatı dolu dolu yaşayın

Bir dilek hakkınız olsa ne olurdu? Her şey olabilir…

Isabelle Wenzel: Bir sabah uyanıp dünyanın yeniden dengede olduğunu görmeyi dilerdim.

“Umut” sizin için ne anlam ifade ediyor?

Isabelle Wenzel: Umut, her şey yolundaymış gibi görünmese de her zaman bir çıkış yolu olduğuna inanmak demektir. Ve gerçekten de var.

Size kendinizi en güçlü ve mutlu hissettiren şey nedir?

Isabelle Wenzel: Hareket ve doğayla aramızdaki bağı hissetmek.

FROM BASED ISTANBUL NO41: HOPE ISSUE 

Buy your copy now!

Author: Based Istanbul

RELATED POSTS