Özgür Masur’un başka türlü bir enerjisi var. Sakin, deliyse kendine deli, zorsa kendine zor, ama çevresine hep akıl ve huzur verenlerden. Konuşmaya başlayacağız, tamam, ama tam karşımda asılı duran, muazzam, beyaz renkli couture elbiseden gözümü alamıyorum ki. . Detayları, silüeti… Bazı tasarımlar insanı sahiden yakalıyor. Özgür diyorum, mesela tek başına bu elbiseyi yaratmak ne kadar zamanını alır? “İki hafta kadar sanırım. Tasarımı ve dikiminden sonra özel işlemeleri de elde yapılıyor çünkü ” diyor.
Özgür Masur, bugün bir kadının gidip; ceketten kabana, pantolondan gömleğe aradığı hemen her şeyi bulabileceği bir marka olmasına rağmen onun en güçlü yanı elbiseleri. Sanırım hep de böyle kalacak. Kadınlarla kurduğu açık sözlü ama yapıcı iletişim sayesinde olsa gerek; bir kez ondan giyinmeye başlamış biri genelde zor kopuyor Özgür Masur’dan. Beren Saat, Bergüzar Korel, Selin Demiratar gibi kadınlar mesela, günün sonunda en doğrusunu bulacaklarına inandıkları için onun çekim alanından ayrılmıyorlar. “Sırf ünlüler diye onlara gerçeği söyleyemeyeceksem, harcadığım emeğin ne anlamı var? Bana önce iletişim kurabildiğim insanlar gerek. Neyi hayal ettiğini bilmeyerek bana gelen kadına yardımcı olamam. Ben burada fal açmıyorum. Hem zaten bence her zaman doğru olan, güzel olandan daha güzeldir. O kişi için doğrusunu arayıp bulmak lazım. ”
“Özgür Masur, bir kere ilhama inanmıyor. Hep de söylüyor. ‘Öyle bir gece otururken birdenbire başka bir aleme gittim ve tasarlamaya başladım’ gibi cümleleri yok. “Tasarımda ilham kelimesiyle kurulan süslü cümlelerin işin doğasından koptuğuna inanıyorum. Bu ‘hazır olan’a yaklaşmak. Ben tüm duygusallığının yanında çok da matematiksel düşünen bir adamım. İlham yerine ‘çıkış noktası’ demek daha manalı geliyor. Bir konu ilgini çekiyor, irdeliyorsun, ona dair bir şeyler biriktiriyorsun ve bu ortaya bir sonuç olarak çıktığında adı ilham olmuyor.”
“Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı bölümü mezunuyum. Alman Bauhaus ekolünde bir eğitim aldığımız için sanırım daha gerçekçi yetiştim. Yeteneği ayrı tutuyorum; ama tasarımcılık, yönetilebilen, öğrenilebilen bir şey. Herkes yapabilir. Ancak eğitimini almamış kişiler gaipten bir yerden ilham bekler bence. Çünkü yöntemler aslında seni sonuca ulaştırabilir. Bu, heykel ve seramik gibi dallarda da geçerli. Bir şeyin peşinden koşup onu öğrenmen gerek. Antwerp Academy’den çıkan isimler bu anlamda soğuklukları, mesafeleri ve bilimsel yanlarıyla bana çok yakın geliyor. Moda tasarımının muhakkak ki duygusal bir yanı var, ama çalışma sürecinin bir ritüeli, bir teorisi, bir sistemi de var. Elbise dediğin bir matematik işi nihayetinde. Evrene bakın, bir sıradan taşa bakın, onun yerde durabilmesi bile bir denge meselesi.”
Düşünmeden edemiyorum. Bu durumda Özgür Masur, tam da karakterinin ifadesi olan bir iş yapıyor. Tasarımlarının süslemelerinde, detaylarında duygusal; kalanında bilimsel, doğrucu, net. “Ben hep bir kadının peşinden koşuyorum. Her sezon, giydirmek ve yaratmak istediğim bu kadın değişiyor. Ama onu bulduğumda koleksiyonun tamamı, ‘o ne giyer, o ne sever’ sorusunun yanıtı oluyor. Bazen entellektüel biri, bazen bir bankacı, bazen ise bir şarkıcı olabilir bu. Dışarıdan nasıl görünürlerse görünsünler, ortak noktaları var aslında: O da karanlıkları, dramatik yönleri, düşünen huyları, güçleri. Yalnızlar. Her insan yalnız. Evli olsa, çocuklu olsa da yalnız. Uçuşan şifonlar, kupları ve detaylarla romantik bile olsa tasarımım; defilede kulladığım ve o kadının dinleyeceğini varsaydığım müzikle bu duyguyu işe dahil ediyorum.”
Nedir ki bu karanlığa bakma merakı? Ne varmış karanlıkta bu kadar? “Benim de çok karanlık yönlerim var çünkü. Vardır. Olması da gerek. Çünkü hayat böyle. Takıntılı bir adamım.” İşinde bunun hayrını görüyor mu? “Tam da onu yapıyorum. Bunu olumluya çevirmezsem karanlığı büyütürüm ve takılıp kalırım. Ben ise onu hep üretkenliğe, pozitife dönüştürüyorum.” Ama Özgür Masur’a göre son zamanlarda alıp başını giden kişisel gelişim kitapları, seminerler, koçlarla çıkılan değişim yolları, hiçbiri işe yaramıyor. Çünkü davranış değiştirmek, esas olan. “Ayaklarım yere sağlam bassın isterim. Her konunun önce negatifini düşünür, kafamda en olumsuzuna hazırlanır; sonra bütünüyle pozitif davranışa geçerim. Karşıma yansıtmam ama hiç. Arkadaş seçimlerimde de, ilişkilerimde de, iş hayatımda da böyledir. Diyelim şu an koleksiyonumu düşünüyorum ve kafamda tasarladığım, oluşturmak istediğim bir kumaş yapısı var. ‘Ya bulamazsam ne olur? Kendim yaratabilir miyim, dokutabilir miyim?’ diye sorarım. Hazırlıklıyım her şeye. Hayatı kendi içimde zor yaşıyor; karşımdakini ise hep rahatlatıyorum sanırım.”
Bu sıralar koleksiyonunu yaratma aşamasında. Hatta öyle ki, ‘iki gün önce doğurdum onu’ diyor. “Geziyordum, tozuyordum, kafamda bir şey var, bir şeye taktım ama ne, bulamıyordum. Kadının profilinden ziyade, uygulamak istediğim biçimleri, hacimleri ve şekilleri teknik olarak nasıl çözeceğimi bilemiyordum. Bir anda eskiz aşamasında çözüverdim bunu ve tüm koleksiyon meydana çıktı. Birbirlerine geçişleri harika oldu. Temize çekeceğim şimdi sadece.”
Üstüne tüm bunlar sağanak yağmur gibi yağarken nerdeydi peki Özgür Masur? Yalnız mıydı, ofisinde mi yoksa evinde miydi? Merak ederim. “Evdeydim. Yalnızlığımı çok seviyorum, bilhassa da çalışırken. Gece hiç dışarı çıkmıyorum, içki içmiyorum çünkü sahiden sevmiyorum. 2004-2006 arası öyle deli dolu yaşadık ki, o kadarı bana yetti. Doydum. Artık arkadaşlarım bana gelirler. Çünkü eğlendiğim yerde kendime ait bir alan, bir nefes isterim. Kalabalık fobim var, öyle karmaşık yerlerde duramam. Ben evde köpeğim ve hep konuştuğum, iletişim kurduğum bitkilerimle çok mutluyum. Üretirim de üretirim.” Özgür Masur, öyle kimseyle yüz göz olmuyor, sıcakkanlı ve eğlenceli biri olsa da; duvarının ardına pek kişiyi almıyor. “Belli bir grubum var, onun dışına çıkmam. Bir Özgür Masur var, maksimum yedi, sekiz kişi bilir onu. Ama en en yakın kaç kişidir dersen, yine iki üç derim.”
Özgür Masur, bir marka olarak henüz sadece yedi yaşında aslında. Ama hayatlarımızın içine o kadar dahil oldu ki; sanki bildik bileli varmış gibi. Oysa 2008’de ilk defa Galata Moda Haftası’na katılmasıyla değişmişti hayatı. Öncesinde elbette muhtelif yerlerden ödülleri ve dereceleri vardı ama o yıl Galata’da öyle bir ilgi gördü ki Özgür Masur; bir karar vererek ne kazandıysa markasını kurmaya harcadı, hep öyle yapmaya da devam ederek bugüne geldi. Her şey adım adım gerçekleşti. Tıpkı biriktirdiği diğer şeyler gibi.
Özgür Masur’un yıllardır evindeki kütüphanesinde biriktirdiği, hatta sığmadığı için bir kısmını annesinin evinde tuttuğu çok zengin bir moda ve sanat kitabı koleksiyonu var. 1920’lerden bugüne Burda dergilerinin her sayısını bile bulup saklıyor. “Rönesans görmemiş, moda kültürü henüz oluşuyor olan bir ülkede böyle kaynaklar önemli” diyor, çok da haklı oluyor.
1920’ler ve 1970’lerin özellikle hayranıyım. Tasarımların akışkanlıkları, dökümü, çok sevdiğim drapenin çokça kullanımı, kadınların güçlü ve özgür halleri beni büyülüyor. Bence o dönemlerin kadınları bugüne göre daha bağımsızmış, biliyor musun? Çünkü daha çok okuyor, daha iyi müzikler dinliyorlarmış. Bugünkü kadınların ise ilgi alanları dağınık, kafaları çok karışık.
Yine, bir kez daha, öyle haklı ki. “Dünya daha katı bir yer haline geldi. Ya da bu coğrafyada doğduğum için mi bana öyle geliyor?” diye soruyor. Cevabı bilemiyorum.
Özgür Masur işlerine inandığı diğer tasarımcılarla yan yana gelmeyi, birbirlerine destek olmayı çok önemsiyor. Zaten başka türlü moda kültürü oluşamaz ki bir toprakta. Bunun son örneği olarak, Nişantaşı’nda 30 Türk tasarımcının ürününe yer verecek Gizia Gate adlı multibrand butikten büyük bir hevesle bahsediyor. Hatta sadece buraya özel bir koleksiyon hazırlamak üzere ayrı bir ekip bile oluşturmuş. 60’a yakın da couture parça vermiş. “Bu da bizim Paris’in Colette’ine cevabımız” diyor.
Son, güzel bir şey daha anlatayım: Bunun yanında, yola çıktığı ilk günden beri her koleksiyonundan dört beş tane parçayı kutulayıp; bir kenara ayırıyor Özgür Masur. İlerleyen yaşlarında çalışmalarını bir retrospektif ile bir araya getirmek istiyor, hatta koleksiyonlarını oluştururken önce o parçaları yaratıyor; koleksiyonun geri kalanı ancak ondan sonra akıyor. “Bir gün ardımda güzel bir coffee table kitabı ve bir de bu retrospektifi bırakmak istiyorum” diyor. Olmaması için insanın aklına hiç ama hiçbir neden gelmiyor.