Tiyatronun yükselen ismi hiç kuşkusuz Hira Tekindor! Genlerindeki sanat eğilimini en doğru şekilde değerlendirdiğine inandığımız Hira, her tanışanı etkisine alacak kadar güçlü, bir sonraki adımı heyecanla beklenecek kadar hayranlık uyandırıcı. Londra’da sinema eğitimi alan Hira’nın Haluk Bilginer’in teklifiyle yönettiği Kim Korkar Hain Kurttan oyunu 2 sezon boyunca kapalı gişe oynayarak Türkiye’de tiyatro sahnesinin efsaneleri arasında yerini aldı. Şimdi ise yeni oyunu Köprüden Görünüş’e hazırlanan Hira’yı bu yoğun temposunda yakaladık ve onunla sizin de tanışmanız için sorularımızı sıraladık.
Londra’daki National Theatre’ın kitapçısında yeniden düzenleme vardı. Bütün kitapların yerlerini değiştiriyorlardı. Arthur Miller’ın kitaplarının olduğu raf tamamen boştu. Bütün kitaplarını farklı yere taşımışlardı, ama bir tek kitabı unutmuşlardı. Köprüden Görünüş!
Biraz utanarak söylüyorum ama daha önce Miller’ın bu oyununu duymamıştım bile. Hemen alıp, kitapçının kafesinde okudum ve inanılmaz etkilendim Eddie Carbone’un hikayesinden. Haluk Bilginer’i aradım ve oyundan bahsettim. “Çok iyi bir oyundur, tekrar okuyayım” dedi. Oyunu gönderdim İstanbul’a. Bir kaç gün sonra da “Tamam, bu sezon bu oyunu yapıyoruz” dedi.
Metni okuduğumda her karakter için “bu kesin onun rolü” diye düşündüğüm isimler beliriyor aklımda, ama tam düşündüğünüz kadro her zaman olmayabiliyor, çünkü oyuncu rolu sevmeyebilir, zamanı olmayabilir… Ve başka bir sürü sebeple sizin projenizi kabul etmeyebilir. Bazen de ilk düşündüğünüz isimle çalışırsınız. En önemli şey oyuncunun iyi bir oyuncu olması ve role uygunluğu. Oyuncu da sevmişse kendi karakterini, çok zevkli çalışılıyor.
Genç oluşum önyargıya sebep oluyordur muhtemelen. Aldığım tepkiler genelde çok şanslı biri olduğum yönünde. Ben de hiçbir zaman bunu inkar etmedim. Annem ve babam sayesinde çok değerli oyuncuları tanıdım, sürekli oyun izledim, hep içindeydim o ortamın. Çok küçük yaşlarda oyun metni okumaya basladım. Ama bu durum aynı zamanda bana hep itici güç oldu. Daha doğru, daha özel bir şeyler yapma isteği duydum hep. Bu şanslar beni tembellikten uzaklaştırıyor aslında.
Küçükken kaleci olmak isterdim. Ama 9 yaşındayken annemle gittiğimiz Cannes tatilinde, tesadüfen film festivaline denk gelmemizle birlikte yönetmen olmak istediğime karar verdim. Kırmızı halıdan, ışıklardan cok etkilendiğimi hatırlıyorum. Sonra da fikrim hiçbir zaman değişmedi.
Evet Londra’da yaşıyorum. Oradaki sanat dünyasını çok yakından takip edebiliyorum. Sadece Londra değil, bir çok metropolde oyun seyretmeye gittiğim için, neredeyse onları da bir o kadar biliyorum. Sahneleriyle, teknik olanaklarıyla çok üstünler bizden. Çünkü devletten inanılmaz boyutta destek alıyorlar. Maalesef bizde tiyatroya destek çok az. Çok komik bütçelerle mucizeler yaratılmaya çalışılıyor. Oyun yazarları da yurtdışında çok daha fazla desteklendikleri için daha yaratıcı ve özgürce, birbirinden farklı oyunlar yazabiliyorlar. Burada insanların oyun yazma şevki de kırılıyor. Hangi sahnede oynanacak, hangi edebi kuruldan geçecek, kim onaylayacak vs… Dolayısıyla İstanbul için bakacak olursak, bu gelişim ve değişim biraz uzak görünüyor bize ne yazık ki. Çok doğru insanlarla birlikte, çok ciddi bir sanat politikası izlemesi lazım devletin. Tiyatroya hayatlarını vermiş çok özel insanlar var çünkü. O insanların fikirlerini almak hiç mi akıllarına gelmiyor?
Sevdiğim ve içinde yer almaktan mutluluk duyduğum işler yapmak isterim. Bu işler Londra’da da olabilir, Istanbul’da da, başka şehirlerde de… Londra’da bir film produksiyon şirketim var. Tabii bir gün sinema filmi çekmek isterim. Çok sevdiğim tiyatro oyunları var sahnelemek istediğim. Çalışmak istediğim çok oyuncu var. Umarım bütün bu hayallerim gerçekleşir.
Liseden arkadaşım Arda Ekşigil’in yazdığı bir senaryo var. İstanbul’da geçen, traji-komik bir hikaye. Her şey yolunda giderse 2016 yazında filmi çekmeyi planlıyoruz.
Çok zor bir soru. Sadece bir tane yönetmen söylemek çok zor. Reha Erdem’in Hayat Var’ı en sevdiğim Türk filmi. Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi de efsane bir film. Onur Ünlü’nün Sen Aydınlatırsın Geceyi adlı filmi de müthiş bir film. Sadece bir tane yönetmem söyleyemeyeceğim ne mutlu ki.
Almanca biliyor olsaydım Berlin’de yaşamak isterdim. Hem şehir olarak Berlin’i çok sevdim hem de oradaki sanat ve kültür dünyasına hayranım. Tek kelime bile anlamadan orada oyun seyretmek çok zevkli. Müthiş oyuncular, müthiş yönetmenler ve onların cok müthiş fikirleri var.
Berlin’de en sevdiğim semt Prenzlauer Berg. Oraya mutlaka gitsinler. Berlin’de müthiş müzeler, müthiş tiyatrolar var. Berliner Ensemble’da mutlaka bir oyun izlesinler. Schaubühne harika bir tiyatro topluluğu. Turkiye’ye de Hamlet ve Bir Halk Düşman ile turneye gelmişlerdi yakın zamanda. Orada mutlaka oyun izlesinler.
Geçen sezon seyrettiğim ve bu sene devam eden oyunlardan İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz çok etkileyiciydi. Şehir Tiyatroları oyunu Sırça Hayvan Koleksiyonu’nu çok beğendim. DOT oyunu İki Kişilik Yaz da bu sene devam edecek, mutlaka seyredin.
En sevdiğim filmlerden ilk aklıma gelenler: Videodrome, Belleville’de Randevu, Angel Heart, Hot Fuzz ve Wreck-It Ralph.