200’ü mücevher olmak üzere toplamda 500 parçanın yer aldığı serginin ilham kaynağı İslam. Cartier’nin tasarımcıları İslam sanatındaki form ve teknikleriyle beraber İran, Irak ve Arap esintilerini Cartier markasına özgü modern stille nasıl karşılaştığını inceliyor. Her ne kadar bu fikir alışılmışın dışında gelse de 20. yüzyılın başında Paris, İslami sanat eserleri için önemli bir ticaret merkeziydi. İran’daki devrim ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması, İslam sanatının şaheserlerinin Paris’e gelmesi bu etkileşimde büyük rol oynuyor. Ünlü mücevherat devinin aile üyeleri Louis Cartier’in sanata olan ilgisi, Cartier’in arşivlerinin evinin yardımıyla yeniden birleştirildi ve birkaç eseri ve kitabı ilk kez bu sergide bir araya geldi. Jacques Cartier’in seyahat aşkı, ilk kez 1911’de ziyaret ettiği Hindistan ve bu tür geziler onun Hint kraliyet ailesiyle ilişki kurmasını ve antika ve çağdaş mücevherler toplamasını sağladı. Böylece ortaya oyulmuş zümrütler, devasa elmaslar ve yakutlar, 14. yüzyıl İran çinileri, antik kitaplar, Türk ipekleri, İznik seramikleri ve birçok eskiz, tasarım ve fotoğraf ortaya çıktı.
Cartier’in tasarım ekibi, Jacques Cartier’in 1911 ve 1912’de Hindistan ve Bahreyn’de yaptığı seyahatlerden geri getirdiği hazinelerden ilham aldı. Jacques Cartier’in Hindistan gezisinde kullandığı hesap defterleri, yerel mücevher satışlarını barındırıyor. Büyük ekranlardaki dijital animasyonlar sergiye başka bir boyut katarak ziyaretçilere hem eserlerin arkasındaki ilhamı hem de mücevherlerin teknik yaklaşımını 3 boyutlu olarak gösteriyor.
Son olarak sergi, İslam sanatı ile Cartier arasındaki bugün de aynı derecede güçlü olan bağı, tanıdık geometrik silüetlerin yakından incelenmesiyle kutluyor. Hem ikonik mücevher tasarımlarında hem de serginin kendisinin dikkat çekici tasarımında İslam’ı önemli bir yerde görülüyorlar. 20 Şubat’a kadar devam edecek sergi türünün ilk örneği mi tartışılır ancak son yılların en ilgi çekicilerinden biri olduğu kesin.