“İstanbul, kaprisli bir kadın gibi ama bırakamayacağınız kadar da cezbedici. Burada güçsüzler için yer yok. Eskiden daha edilgendim. Daha kolay boyun eğer, isyan ederdim. Artık istediğim sonuca ulaşmak için cebimde hep bir B planım var.” NİLPERİ ŞAHİNKAYA
İstanbul’un her geleni kendisine dönüştüren bir gücü var. Tılsım gibi… Nedenini anlamadığımız bu güce kapılan, farklı disiplinlerden sanatçılarla İstanbul’un birçok ilkine ev sahipliği yapan Pera Palace’ın büyülü odalarından koridorlarına uzanan bir yeniden varoluş hikayesi bu… Sanıldığı gibi İstanbul Hatırası peşinde koşanların değil, İstanbul’a hatırasını bırakanların hikayesi. Belkide bu yüzden en çok duyduğumuz “Nerelisin?” sorusuna inat İstanbul’u sahiplenen, koruyan, kollayan, en çok da muhafaza etmeye çalışan insanlarla beraberiz. Çünkü İstanbul’da değil, İstanbul’u yaşıyoruz.
“Kaotik fakat kozmik, fantastik ve akışkan… Bir zamanlar bir göz süzüşüyle çok canlar yakan, onu her görenin sahip olmak istediği o muktedir, baş döndürücü güzellikteki kadın İstanbul… Kıskançlık ve sahip olma savaşları yüzünden nasıl bozguna uğratıldığı, kederlendiği, fakat en çirkin haliyle bile muhteşem. Alaycı gülümsemesiyle, hiçbir ölümlünün gücünün onu çirkinleştirmeye yetmediğini kanıtlarcasına bir mitolojik kahramana dönüşen efsanenin kollarında yaşamak, İstanbul’da yaşamak….” YASEMİN MORİ
“2003’te geldim İstanbul’a. O sıralar şehirde bu kadar inşaat yoktu, hatta çok azdı denebilir. İstiklal Caddesi’nde ağaçlar vardı ve Beyoğlu eşsiz bir eğlence merkeziydi. Bütün renkler bir arada, kavgasız ve neşeyle yaşıyordu. Zamanla şehri bir inşaat alanına çevirdiler ve Beyoğlu’nun bütün renklerini aldılar. Tarihi, savrukluğu, kederi, neşesi, zamansızlığı, densizliği; bir ilişkide ya da sevgilide beni çeken ya da yoran ne varsa hepsi var İstanbul’da. Onu ne kadar değiştirmeye çalışırlarsa çalışsınlar. Benim İstanbul’umun fon müziğinde karışık bir kaset var. İçinde Türk sanat müziğinden rebetikoya, teknodan klasiğe bir çok türü barındırıyor. İstanbul’a şarkı söylemiş bütün sesler var o kasetin içinde. Ruh halime göre çalan şarkı da sürekli değişiyor, bazısını atlıyorum, bazısını defalarca geriye sarıyorum.” MABEL MATİZ
“İstanbul, bakış açımı değiştiren şehir oldu. İstanbul sokaklarını anlatmak da anlamak da güç. Hala keşfedemediğim yerler olduğunu düşünüyorum. Hep iki farklı kimlikle işler yaptım. Bir yandan akademik eğitim diğer yandan toplumun içinde olduğum, sokak sanatçısı kimliğimi devam ettirdim. Resimlerimde sürekli bir algı operasyonu haline gelen sistematik birim, artı sistem yolunu izledim. Matematiğin sanatla ne kadar içiçe olduğuna dair izleyiciler üzerinde dikkat çekmeye çalışmaktayım. Pek bir beklenti duymadan geldiğim bu şehirdeki yerleşim sorunu gitme düşüncesini de beraberinde getiriyor. Hiç bitmeyen bir inşaat halindeyiz, güzel olan herşeyin üzerini betonla doldurur olduk. Bu kadar farklı medeniyetin yaşadığı, şairlerin dizelerine şiir olan İstanbul, bu olmamalı diye düşünüyorum.” HASAN PEHLEVAN
“Bu şehirde hep doğru insanlarla tanıştığıma inanıyorum. Bugün İstanbul gece hayatında önemli faktörüm evet ama bu kapıyı bize Ali Poyrazoğlu ve Huysuz Virjin açtı. Ben Ali Poyrazoğlu’nun öğrencisi olarak, kukla oynatarak işe başladım. Ardından 90’lardaki kabare döneminin devamı bir anlayışla Kulüp 12’yi açtı Ali Bey, burada sahne alması için beş öğrenci seçilmişti, ben de onlardan biriydim. Burada transformist bir yaklaşımla şovlar düzenliyorduk. Bizim benimsediğimiz performans sanatında; değişik karakterleri makyaj ve kostümlerle sahnede icra ediyoruz, bedenimizde hiç bir değişim/dönüşüm ya da karakterimizden sahneye bir yansıma yok. O dönemde sosyal medya yok, insanlar kulüplerden ve televizyondaki şov programlarından bizleri takip ediyordu. Ben gece hayatımla sosyal hayatımı hiç bir zaman birbirine karıştırmadım o yüzden de “kabül görmemeyi” hiç yaşamadım. Bu işte profesyonelliğinizi koruyabilmenin en önemli nüans olduğunu düşünüyorum. Günümüzde drag queen eğlencesini ailece izlenebilecek bir noktaya taşıyan ise İzzet Çapa oldu. Bunu bir mesleğe dönüştürerek birçok insana iş verdi, insalara bizi daha çok sevmeye başladı. Bu performansları fem ve feminen mantığındaki dans şovları takip etti. Koreografilerimiz tiplemelerden çıkıp görsel şova dönüştü ve her zaman işin içinde olsa da günümüzde moda bizim için hiç olmadığı kadar ön planda.” AHSEN GÖNÜLCE
“İstanbul’un kültürel yapısından dolayı yarattığı fikirsel zenginlik, onu benim için vazgeçilmez kılıyor. Bu mirası böylesine benimseyebileceğim başka bir şehir daha yok. Mesleki açıdan da bana büyük fırsatlar sunan bu şehirdeyken kendimi doğru zamanda doğru yerde gibi hissediyorum.” BATUR BÜKLÜ
“İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne tayin olduğumdan beri İstanbul, sık sık gidip geldiğim bir şehirden yaşadığım şehre dönüştü. Balenin kendine has naif bir içine kapanıklılığı var. Haftalarca yaptığımız provalardan sonra tek tatminimiz seyirciden aldığımız enerjimiz ve alkışlarımız… Günümüz Türkiye’sinde ise ilgi düzeyi iyi olsa da gereken mercilerden yeterli desteği alamıyor. 20 milyonluk bir şehirde 600 kişilik bir salonda dans ediyoruz ve bizi izlemek isteyen bir çok seyirci bilet bulamıyor. Daha büyük bir opera binasında daha çok seyirciye hitap edebilecekken azla yetinmek zorunda kalıyoruz. Dilerim en kısa zamanda AKM’miz açılır.” OLIVER SPENCE
“Kelebek Gazetesi fotoroman karakter kralı seçilerek, 1974’te geldiğim İstanbul’da ilk hedef Beyoğlu’ydu… Oraya gelince hayalini kurduğun oyuncu hayatına yaklaşıyordun, o zamanlar kural şuydu: Nerede olursan ol, Beyoğlu’na yakın olacaksın. Tarlabaşı’nın ara sokaklarında başladı İstanbul hikayemiz. Rüyalarımızın şehrine geldik, rüyalarımızı kurmaya… Rüyalarımızı mı kurduk? Yarınlarımızı mı parçaladık? N’aptığımızı hala öğrenmiş değiliz ama İstanbul öyle bir şehir ki içinde yaşadığın süreçte şehri öğrenmeye devam ediyorsun. Mücadelemiz emekten yana, emekçinin yanında olmak ve mücadele eden insanların da mücadelesine omuz vermek. Bugün bizi İstanbul’da tutan temel neden bu… Halkımıza biraz daha yardımcı olabilmek, eğer karanlıktaysak onun yollarını açmaya çalışmak.” MENDERES SAMANCILAR
“O zamanlarda var olan, TDİ yolcu gemilerinden birinde, oldukça yüksek bir güvertede geldim ilk kez İstanbul’a, 15 yaşındaydım. Güneşli bir gündü ve tahmin edersiniz ki benim için muazzam bir görüntüydü. Üniversite dönemimde tekrar geldiğim bu şehirde, o dönemden günümüze benim için en belirgin değişim popülasyon artışı oldu tabii ki. Beraberinde daha çok bina, daha az ağaç, daha az kaldırım, daha az anlayış, daha çok çıkar ve daha az nitelik geldi.” USHAN ÇAKIR
“Üniversite dönemimde okuldan sonra Karga’da garsonluk yapardım. Zorlu geçen o günlerde bana dayanma gücü verecek kadar anaçtı İstanbul. Bu şehrin artılarını ya da eksilerini işlerimde görmek mümkün mü bilmiyorum ama ama buranın haricinde hiçbir yerde üretmedim. Bu şehre hiç gelmemiş biri İstanbul’u tanımak isterse, ona önce Bedri Rahminin şu mısralarını oku derdim: ‘Anadolu’da toprak damlı bir evde çocukluğum / Gülcemalle gider İstanbul’a / Gülcemalle gelir / İstanbul deyince aklıma / Bir sepet kınalı yapıncak gelir.’ / Ve eklerdim, keşke her şey bu şiirdeki gibi kalsaydı. Sonra ona, İstanbul’u anlamaya Beyoğlu’ndan başla, ama sevmeye Kadıköy’den diye öneride bulunurdum.” ALİ ELMACI
“Önce aşık olursun, sonra korkarsın, yaşadıkça da üzerine yapışan tozu olursun ama hep misafirsindir İstanbul’da. Tam anlamıyla sahip olamaz, ait olamazsın. Seni ilgisizce dinleyen sevgili gibidir İstanbul, devamlı kendini ona ispat etmeye çalışırsın, sonunda da ya başarılı olursun ya da hasta olursun.” BURCU ÜRGÜT