Olağandan Tehditkara
Hayal gücüm mü? Emin değilim. Beynimi biraz tanıyorum. Çevremdeki bir çok detayı fark ettiğimi biliyorum. Ayrıca konular arasında incecik ipek bir iplik ördüğümü, herkesin birbiriyle uyuşmadığını düşündüğü şeyleri bağdaştrdığımı ve fikirleri bir bağlamdan diğerine kolayca taşıdığımı biliyorum. Sanırım hayal gücüm bir örümceğin yapışkan ağı gibi.
Evet, her zaman bir diyalog var. Öncelikli olarak fotoğrafçı ile ama ayrıca stilist, sanat direktörü veya çekimde bulunan diğer insanlarla da. Her zaman bir grupla çalışıyorum ve bu benim için tek başına yaptığın sanata göre çok daha heyecan verici. Beyinler arası zıplayan bir elektrik döngüsü gibi. İşimin maharetlerinden biri de bu grup dinamiğine katılabilmek ve insanları kapatmak yerine onların ifade ettikleri ilginç zekayı büyütebilmek.
Her durum bir diğerinden farklı oluyor. Bazen net bir talimat alıyorum ve kendi tarzımdan bir tutam katarak onu uyguluyorum. Bazen de fikirler diyalog içinde ortaya çıkıyor. Normalde fotoğrafçım bir moodboard yollar. Bu oldukça edebi veya soyut olabiliyor. Benim de buna bakarak onların ne istediğini kestirmem gerekiyor. Bazı fotoğrafçılar beni kendi halime bırakıyor ve sonucu belli olmayan bir havayla çalışıyoruz. Diğerleri ise sabitlik istiyor ve gelişmeler için çizimler ve fotoğraflar talep ediyor.
Doğa. Fizik, biyoloji vb. konularını anlamak için ne zaman çaba göstersem, önümde açılan evrenin güzelliği aklımı uçuruyor.
Dokulara ve şekillere karşı hassasım. Etrafımız o kadar çok bilgi tutuyor ki, bazen çok bile fazla. Sanırım bir şey yaptığım zaman, insanların ona dokunmadan dokusunu hissedebilmesini istiyorum. Ticari görüntü endüstrisinde insan beyninin zekasını ve oyunculuğunu küçük görüyoruz. Eğer yapabilirsem onu aktive etmeyi seviyorum.
Aslında o tam bir son dakika işiydi. Claire ne istediğini çok iyi biliyordu. Bence o durumda onun gerçekleştirmek istedigi fikri doğru seçimlerle hayata geçirdim. Claire’in yaratıcılığı içgüdüsel gelişen bir özellik, ben de onun bir parçası oluverdim.
“İşimin maharetlerinden biri de bu grup dinamiğine katılabilmek ve insanları kapatmak yerine onların ifade ettikleri ilginç zekayı büyütebilmek.”
Evet, olabildiğince okumaya çalışıyorum, elbette bunu yapmak için bugünlerde özel bir disiplin gerekiyor. Mesela telefonunuzu kapatmak gibi! Okumak bugünlerde depresif bulduğum şeylere bir ilaç gibi geliyor. Genç birisi olarak zaman zaman vahşi ve yıkıcı gelen bu dünyaya dair kültürel bir ıssızlık kurmak için bir ilaç.
Herman Hesse’nin Narcissus ve Goldmund kitabının son sayfalarındayım. Ama atöylemde çok çalıştığım için elimde kitap tutamayacak kadar yoğunum, bu yüzden bir çok sesli kitap dinliyorum (tabi deneyim okumaktan farklı oluyor!). Ayrıca JG Ballard’dan “The Kindness of Women” ı dinliyorum, diğer kitaplarının çıkış noktalarına dair ipuçları veren çok dokunaklı biyografik bir anlatımı var.
Diğer sanatçılar bana çok ilham veriyor, Max Ernst her zaman geri döndüp incelediğim biri. Doğadan ve hayvanların içgüdüleriyle ona nasıl bağlandıklarından ilham alıyorum. Materyallerin eşsiz özelliklerinden, onlarla ne yapacağımı anlamaya çalışmaktan, onların nasıl davranmak istediğinden ilham alıyorum. Diğer insanların zihinsel keşiflerinden ilham alıyorum.
Sahip olduğum fotoğrafların çoğu dijital, bu yüzden baskı fotoğraflara oranla onlarla bağlantı kurmak başka bir şekilde oluyor. Gençken çok fazla fotoğraf çekerdim. Babam, Misha Pedan bir fotoğrafçı ve evdeki laboratuarında filmleri yıkardı. En erken anılarımdan bazıları bu laboratuarın kokusu ve kırmızı ışıktır. Abimi çektiği fotoğraflarından birini çok beğenirim ve benim için çok özel bir yeri vardır.
Bu, Sovyetler Birliği düşmeden ve biz İsveç’e taşınmadan önce abimin Ukrayna’daki evimizin balkonunda çekilmiş bir fotoğrafı. Tatlı gülümsemesi ve keyifli pozu, sisli manzaranın sevimsizliğiyle zıtlık oluşturuyor. Adeta bir azizin tatlı cazibesini taşıyor. Çevreyi saran koşulları delip geçen bir yaşam sevgisi.