Öncelikle seni tanıyalım… Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü sonrası Londra Müzik ve Drama Okulu’nda eğitim gördün. Peki, tiyatro tutkusu sende ne zaman başladı, biraz bahseder misin?
Aslında tutkum sinemaydı. Ancak o dönem oyunculukla ilgili bir şeyler yapmak isteyen herkes genelde tiyatro ile başlıyordu. Mecburen tiyatroya bulaştım, yaptıkça çok sevdim, sevdikçe daha da çok yaptım.
Kurucusu olduğun Versus Tiyatro’nun yolculuğu nasıl başladı? 2014’ten bu yana neler değişti?
O yıllarda birlikte çalışmayı düşündüğümüz arkadaşlarla İstanbul’daki mevcut tiyatro yapma biçiminde kendimizi göremiyorduk. 2013 yılında Beirut’ta bir tiyatro festivalinde yeni bir ekip kurmaya karar verdik. 2017 yılında çekirdek ekip ile tiyatroya bakış açımız, beklentilerimiz ve düşüncelerimiz farklılık göstermeye başladı. Ekipten ayrılanlarla birlikte ekibe katılanlar da oldu. Ben de ekibin sanat yönetmenliğini yapmaya başladım. Son 3 yıldır da Versus çok içime sinen bir repertuar ile çalışmalarını sürdürüyor. Versus üç koldan tiyatro üretimi yapan bir ekip: klasiklerin modern uyarlamaları, daha önce Türkiye’de sahnelenmemiş önemli oyunların Türkiye prömiyerleri ve sinema uyarlamaları. Yeni oyunumuz “Evlilikten Sahneler” bu sezon Zorlu PSM ortak prodüksiyonu ile seyirciyle buluştu. Kreutzer Sonat da yolculuğuna devam ediyor.
Ingmar Bergman filmi Scenes From a Marriage’i tiyatro sahnesine uyarlama fikri nasıl oluştu? Daha öncesinde çokça uyarlaması yapılan işlerde, yeni bir soluk yaratmanın ağırlığı oluyor mu?
Öncelikle okuduğum en iyi ilişki metinlerinden biri. Her epizotta ayrı ayrı bir sürü çatışma ve çok sıkı yazılmış diyaloglar var. Bu diyaloglar da bize hayat hakkında bir şeyler öğreten, bir şeyleri dikte eden bir zihinden değil, hayat hakkında sorular sorup cevap arayan bir zihinden çıkmış diyaloglar. İyi metinlerin cevap veren değil cevap arayan metinler olduğunu düşünüyorum. Karakterlerin uzun tiradları da izleyenlere hem karakterleri hem de kendilerini sorgulayabilecekleri genişlikte bir alan açıyor. Uyarlamayı yaparken ve metni yönetirken yeni bir soluk yaratmaya çalışmaktansa, oyuncular, tasarımcılar ve asistanlarımızla birlikte mevcut metni anlamaya, o metinde derinleşmeye ve metni sahne üzerinde yeniden keşfetmeye gayret ettim. Klasik bir eseri çalarken aynı notaları farklı çalıp yeniden keşfeden müzisyenler gibi biz de kendi potansiyellerimiz doğrultusunda aynı notaları sahne üzerinde yeniden keşfetmeye uğraştık.
Yönetmen olarak seni bir metne çeken, motive eden ve sahnede görmek istemeni sağlayan şey ne? Nasıl bir değerlendirme sürecin oluyor?
Bu soruyu daha önce bir kaç kez cevapladım. Hem cevaplaması zor hem de üzerine uzun uzun düşündüğüm bir konu. Bir filmi, oyunu ya da öykü/roman fark etmez, ilk kez izlediğimde ya da okuduğumda bazen içgüdüsel olarak o metne ya da filme doğru çekiliyorum. Aklıma çeşitli imgeler gelmeye başlıyor, hatta heyecanlanıyorum da. Ancak bu ilk heyecandan sonra eğer bu malzeme üzerine hala düşünüp sahneye koymak istiyorsam, metni defalarca okuyup yazarını araştırmaya ve bu okuma yinelemelerimi daha da derinleştirmeye gayret ediyorum. Sonraki aşamalarda sesli okumalar geliyor. Güvendiğim arkadaşlarımla metni okuyup fikir alışverişinde bulunuyoruz. Malzeme hala beni heyecanlandırıyorsa ve yapım süreci halledilebilecek gibiyse süreç başlıyor. Bazen de başka gruplardan projeler geliyor yönetmem için. Projeyi değerlendirirken önceliğim yine oyun metni oluyor. Çok özel ve yapmak istediğim bir proje değilse yerli yazarların metinlerine de öncelik vermeye çalışıyorum. Çünkü ilerde Türkiye tiyatrosu gibi bir şeyden bahsetmek istiyorsak, bu türkçe metinlerin seyirci ile daha fazla buluşmasıyla olacaktır diye düşünüyorum.
Filmden tiyatro oyununa geçişte nasıl bir yol izledin? Oyuna dönüşme hikayesinden bahseder misin?
Sinema ile tiyatro arasındaki farka odaklanmamayı tercih ettim. Önce detaylı bir şekilde hem Bergman’ı hem de kurduğu dünyayı elimden geldiği kadar anlamaya çalıştım. Sonra da bu bilgiler doğrultusunda elimdeki malzemeye tiyatro metni gibi bakmaya çalışıp, bulduğum fikirleri ekip arkadaşlarımla da paylaşarak bu metni sahne üzerinde yeniden canlandırmaya çalıştım. 1973 yılındaki metnin yazılma kodlarını iyice anlayıp, bu kodları 2021’e uyarlayarak metnin iskeletini bozmadan, attığımız yerleri çok dikkatli seçerek 4 saat 43 dk’lık 6 bölümlük dizinin ilk versiyonunu baz alıp 2 saat 4 dk’lık bir uyarlamaya dönüştürdük.
“Evlilikten Sahneler”de başrolde Ece Dizdar ve Öner Erkan yer alıyor. Oyuncu tercihlerinde kriterlerin nelerdi? Nasıl bir Marianne ve Johan düşledin?
İki çok iyi oyuncu ile oynanması gerekiyordu. Bu iki çok iyi oyuncunun kimyalarının tutup casta da uygun olmaları gerekiyordu. İlk tercihim Ece ve Öner’di. Ne mutlu ki onlar oldu.
Oyuncu olarak işlerinde yer almaya devam ediyorsun. “Evlilikten Sahneler”de de görüyoruz seni. Hem yönetip hem oynamak nasıl bir çalışma pratiği istiyor? Objektif bakış açısını nasıl sağlıyorsun?
Hem yönetip hem oynadığım oyunlarda provalar belli bir kıvama gelince, sahnede yaptığım şeyleri güvendiğim oyuncu arkadaşlarıma oynayıp onlardan geri bildirim alıyorum. Bazen oyunun akışını çektiğimiz videolar da yönümü bulmamda bana yardımcı oluyor. Son iki oyunda da beraber çalıştığım oyunlarımızın yardımcı yönetmeni Mehmet Yılmaz’dan da dış göz olarak çok faydalandım. İnsanın kendi yönettiği oyunda oynaması zor. Ancak şu açıdan da avantajlı bir deneyim: hem oyunda yaptığım değişikliklerde kimseye hesap vermek zorunda değilim hem de bir tür sonu olmayan bir süreçte, her temsilde bulduğum yeni şeyleri bir sonraki temsile aktarabiliyorum.
Daha melez sanat dallarına alan açan yeni iletişim araçları, biçimleri, hatta sanat dalları çıkacağını düşünüyorum.
Kayhan Berkin
Sinema ve tiyatro arasındaki ilişki dinamiği hakkında ne düşünüyorsun? Anlatı dili farklılığı, konular üzerinde nasıl bir ağırlık bırakıyor sence?
Bu soruya bu iki sanatın günümüzde seyirci ile kurduğu ilişki üzerinden cevap vermeye çalışayım. “Sinema derken sinemada izlenen film mi yoksa bilgisayar ya da telefondan izlenen film mi kastediliyor?” gibi bir soru aklıma geliyor önce. Mesela Visconti’nin Leopar filmini iPad’den izlerken savaş sahnelerinde feci sıkılırdım. Sonra filmi perdede izleme şansı buldum, hiç sıkıcı değil. Çünkü yapıldığı dönemde film, o alanda o sesle o görüntüyle izlememiz için yapılmış. Ben telefondan o filmi izleyince o filmi izlemiş oluyor muyum? Tiyatroda da mesela online gösterimler tartışma yaratıyor. Tiyatro o sırada o anda gerçekleşen şeyse zoom’dan bir gösterim de tiyatro sayılıyor. Ama ‘aynı mekanda olmak gerekiyor mu? Sosyal medya bir tür mekan mı?’ gibi sorular var. Bir de VR teknolojisi girdi hayatımıza, gerçekmiş gibi algılıyoruz deneyimlediğimiz o şeyi, ama gerçek değil. Bir tür illüzyon, tiyatro ve sinema gibi. Bu saydığımız araçların hepsinin birbiri ile karıştığı ve daha melez sanat dallarına alan açan yeni iletişim araçları, biçimleri hatta sanat dalları çıkacağını düşünüyorum.
Evlilikteki roller, aşk, şefkat ve değişim üzerine birçok konu başlığı açıyor oyun. Senin söylemek istediğin neyin altını çiziyor? Oyunun sendeki yeri nedir?
“İki insan bir ömür boyu bir arada yaşayabilir mi?” sorusunu incelemeye çalışıyoruz galiba. Oyun metni evlilik konusunu bir çok açıdan incelerken, biz de uyarlamamızda çok altını çizmeden hem set tasarımı hem ışık hem de bölüm aralarındaki reji tercihlerimizle bir tür evlilik laboratuvarı kurmaya çalışıyoruz. Bu bir evlilik araştırması ve seyircileri bu araştırmaya yakından tanık olmaya davet ediyoruz. Sahne tercihimiz de rejiye dahil. Sezon boyunca seyirci ile oyunun yakın ilişki kurması için seçilmiş %100 Studio’dayız. Turne düşünmüyoruz.
“Evlilikten Sahneler”in seyircide nasıl bir deneyim olmasını umuyorsun?
İzlemek istediğim türden bir oyun yaptım. Seyircinin olası deneyimiyle ilgili herhangi bir beklentim yok.
İlk günden bugüne dönüp baktığında işlerinde ve bakış açında nasıl bir değişim görüyorsun? Kayhan Berkin için sırada ne var?
Kariyerimin başlarında hem oyuncu hem yönetmen olarak ilginç seçimler yapmaya çalışıyordum. Mesleği yapmaya devam edip kendimi eğittikçe bu tavrın hem bir anlam ifade etmediğini hem de beni duraklattığını fark ettim. Şimdi sadece anlatmak istediğim konuyu, oyunu elimdeki potansiyellerin maksimumunu zorlayarak en sade biçimde seyirci ile buluşturmanın yollarını arıyorum. Bu tavır da becerilebildiği ölçüde yaptığım oyuna belli bir derinlik katıyor. Bu derinliğin de bir yenilik içerme şansı olduğunu düşünüyorum ya da bu ihtimalin olduğunu düşünmeyi seviyorum diyelim. Sırada yeni oyunlar var tabii öncelikle. Mesela İstanbul Devlet Tiyatrosu için yönettiğim Maçın Adamı oyunu 6 Ocak’ta ilk oyununu oynayacak Garibaldi Sahnesi’nde. Tiyatro haricinde de şöyle bir şey var: uzun zamandır kendi kendime yazıyorum. Yazdığım şeyler de hep sinema üzerinden, sinema olması hayal edilerek yazılan şeyler. Yazma dürtüm o yönde çalışıyor. Bunlar da yavaş yavaş hayata geçmeye başlayacak diye umut ediyorum.