1930’ların Berlin’i. Erich Stroheim, Max Reinhardt, Clara Bow, Emil Jannings gibi sinemacıların buluşma noktası olan kentte, Kit Kat Club adlı loş bir tesiste konuklar yemek yer, içki içer ve komik, müstehcen performanslar izlerler. Kulübün vahşi ve parlak gözlü hayalperest şarkıcısı Sally Bowles ise Cambridge’den yeni taşınan bir İngilizce öğretmeni ile dostluk kurar. İkili, değişen siyasi ortamda hayallerine tutunmaya çalışırken bir yandan da aşkı ve kendilerini keşfederler.
Sally karakteri, Liza Minnelli’nin Oscar ödüllü performansıyla ekrana geliyor. Sally Bowles’a göre mesele, gülmek, şarkı söylemek ve sonsuza kadar anı yaşamak. İnsanları sadece belirli bir noktada tutup, çoğu şeyi ciddiye almayı reddeden -Nazizmi bile- ve oyuncu olmayı düşleyen bir karakter. Sevme yeteneğini sadece kendine saklayan, babası tarafından kalbi kırılmış ama hayalleri için her şeyi göze almış genç bir kadın. Berlin’e yeni gelen genç İngilizce öğretmeni Brian ile tanışır ve Sally, tüm neşesini ve kendine özgü bulaşıcı enerjisini Brian’a bulaştırır. İkili bir süre arkadaş olduktan sonra hayatlarına aldıkları Maximillian ile kendilerini bir aşk üçgeninde bulurlar.
Film, muhafazakar bir dönem olan 1972’de çekilmesine rağmen, siyasi anlatımının yanında cinsellik hakkında da ileri görüşlü adımlar atıyor. Brian, Sally ve Maximillian arasındaki gerilim, değişen sistemin güvensiz ama bir o kadarda öngörülebilir bir şekilde büyüyen tansiyonunda harmanlanıyor. Cabaret sahnesi ise, politikanın ve gerçeklerin yaşandığı bir yer olarak bir karakter kadar önemli. Tehdit altında olan bir şehirde cesurca şarkı söylenirken, birçok farklı kesimden insanın buluşma noktası oluyor. Alıştığımız müzikallerin aksine filmde müzikler sahneye teslim edilerek film akışına karışmıyor. Neredeyse tamamen Kit Kat Club sahnesinde seslendirilen müzik numaraları, hikayenin önemli anlarından önce veya sonra uyarı yapılmaksızın akışa ekleniyor. Ancak Cabaret’deki müziğin karakterlerden ayrı olduğunu düşünmek yanlış olur. Çünkü müzik, onların gerçekliğinin bir yansıması olarak işleniyor.
Neticede Cabaret sahnesindeki eğlenceler ve kahkahalar bile dışarıdaki dünyanın çirkinliğinden bir yere kadar soyutlayabilir. Bu anlamda film, Almanya tarihinin Yahudilere yönelik düşmanlığında çok katmanlı bir açıklama sunuyor gibi görünüyor. Karakterlerin hikayelerini izlerken, Cabaret sahnesindeki ilginç ve küçükten dalga geçen müzik bileşenleriyle hayat kadar karmaşık bir kombinasyon oluşuyor. Atmosferiyle, kostüm tasarımıyla, grotesk modası ve alaya alan tavrıyla film, inceliklerle dolu. Sekiz Akademi Ödülü’nün sahibi Cabaret, kuşkusuz müzikal film tarihinde önemli bir noktada duruyor.
“Life is a cabaret, old chum. Come to the Cabaret.” ve daha fazlası için linkteki playlisti takip edebilirsiniz!