LifeBook ailemle geçirdiğim bir akşamüstü, kendimi Roy Moed’in hikayesini yakından ve aşık olmuş bir şekilde dinlerken bulduğum bir proje. Hayat hikayelerini hayat kitaplarına çeviren, anıları olabilecek en nostaljik şekilde ölümsüzleştiren türden. 12 haftalık, detayına kadar düşünülmüş bir süreçten sonra kişinin sözleri yazılı bir hale getirilerek sonucunda LifeBook doğuyor. İlk kelimelerden ilk kalp kırıklıklarına, tutulmayan sözlerden tutulan sırlara, LifeBook yargısız bir şekilde, kişinin hikayesini istediği şekilde açığa çıkartıyor.
Bunun üç adımı var;
1. Kişi 12 seans boyunca röportaj yapan kişi ile buluşuyor ve konuşmaları kaydediliyor.
2. İsmi gizli tutulan bir yazar bu kaydedilen röportajları yazıya döküyor. 3. Bitirilen kitap kontrol edilip düzenleniyor.
Bundan sonra kitaplar Londra’da arşiv kağıdı ile basılıp, elle dikilip ciltleniyor.
Hayır, hikayeler tamamen yazarın hikayeleri ve biz de ‘gerçeğin yazarın ağzından çıkan versiyonu’ olarak yorumluyoruz. Hiçbir hikaye araştırılmıyor ya da doğruluğu kontrol edilmiyor. Sonuç olarak satılık değiller ve ailenin özel kullanımı için yapılıyorlar.
Bazen yazar başlamadan önce bir başlık bulmuş oluyor. Başlığın bir şekilde, hikayenin ciddi bir otobiyografi mi yoksa kişinin hayatına muzip bir geri dönüp bakış mı olduğunu tanımladığını da düşünüyorum. Çoğu zaman başlıkla ilgili yardım isteniyor bizden.
Fakat “Benim Hayatım” başlığını yasaklamaya çalıştım.
“O da neydi öyle?”
Çoğu, ama hepsi değil. En genci 40 yaşında, en yaşlısı 103. (Bazı ölümcül hastalıklara yakalanmış kişilerle çalışıyoruz, o durumda da önemli olan yaş değil, ömürlerinin uzunluğu oluyor.)
Hayır, bu imkansız olurdu! Ayda aşağı yukarı 20 kitap geçiyor elimizden, hepsine göz atmaya çalışıyorum fakat eğer projenin menajeri “bunu okuman gerek” derse o zaman okuyorum. Aynı zamanda hatırlaman gereken şey bunların insanların özel hikayeleri olduğu, o yüzden herkesin okumaya izni olmuyor. (Bir de Yunanca, Almanca, Türkçe, Norveççe gibi dilini anlamadığım bir çok dilde hikayemiz de oluyor.)
En üzücü olan bir babanın kızı ve karısı için Auschwitz’de gaz çemberine gittiği gece yazdığı ve karısından neden ayrıldığını açıkladığı hikaye; karısı Hıristiyan olduğu için onu ve kızını kurtarmak adına bunu yaptığını, fakat onları çok sevdiğini anlatıyor. En komiği ise (şu an politik açıdan çok doğru bir örnek olmasa da) İkinci Dünya Savaşı sırasında küçük drone paraşütlerini yapan kişinin (ana paraşüte bağlı olanlar) onları test etmesi gerekiyor ve nasıl yapacaklarını bilemezken önlerinden komşularının kedisi geçiyor… Kediye bu paraşütü bağlayıp 3. kata çıkıyorlar ve onu camdan atıyorlar! Yazar şöyle yazmış “… ve çalışmadı.” ve bizim tek yapabildiğimiz kedinin kırık ayağı ile komşuya sekerek gidip arkasında bir paraşüt taşıyor olma görüntüsüydü!
Bu özgeçmiş ile alakalı; okuldaki ilk günleri, formalarını hatırlamaları, havanın nasıl olduğunu, herhangi bir koku ya da rengi, öğretmenlerinin kim olduğu, en yakın arkadaşların olup olmadığı… Bu tarz şeyler.
İşe başlamadan önce Toronto, Baycrest’de bir akıl sağlığı enstitüsünde 2 seneden biraz daha uzun bir vakit geçirdim. Orada, yaşı ilerlemiş kişiler üzerinde bilişsel zayıflamayı yavaşlatmak için yapılabilecek en iyi şeyler konusunda bazı denemeler yaptım. Katılım olan başka konularda olduğu gibi, az az ve sık sık yapmanın en iyi yol olduğunu öğrenmiş olduk.
2 ya da 3 tane 4 ila 6 saatlik röportajlar yerine 4 aylık bir süreçte 12 tane 90 dakikalık röportajlar yapıyoruz. Bu işlemeye, sindirmeye ve anıları hatırlamaya yardımcı oluyor. LifeBook bir proje, müşterilerimizden röportajlar için hazırlanmalarını istiyoruz; kuaförlerine gitmelerini, fotoğraflar, vakalar ve hikayeler için ailenin başka fertleri ile iletişime geçmelerini… LifeBook sağlığa iyi geliyor fakat bir terapi değil. Evet, kişi anılarını hatırlamaya çalışınca ve değerleri ve geçmişi kayda geçince daha tatmin olduğu bir hayatı olduğuna inanan psikologlarla çalıştık.
Belli bir yaştan sonra anılara gömülmek ya da bazen hatırlamak bile zorlaşıyor. Bu herkes için değişiyor ve insanlar bunu tek başlarına yapmayı zor buluyorlar ama röportaj yapıldığında aynı şey olmuyor. Kişilere ilk hatırladıklarını sormak bir pusette olduklarını hatırlamalarından okuldaki ilk günlerinde insaların onlara bakmalarını hatırlamaya kadar değişik sonuçlara varabiliyor. 103 yaşındaki müşterimiz 4 yaşında başına gelen bir hikayeyi tüm detaylarıyla hatırlıyor… 99 sene önce…
Naturel bir yazar olmadığınız takdirde kendinizin yazması neredeyse imkansız. Oturup okulun ilk gününü düşünmek, dedeniz öldüğünde ne hissettiğinizi hatırlamak ya da kardeşiniz savaşta öldürüldükten sonra ne olduğunu hatırlamanız vs… Bir de bunu asla başka bir aile ferdinin yapmasına izin vermemek lazım çünkü onlar hikayeyi bambaşka bir şekilde anlatabiliyor.