Orjinali 1977’de “korku ustası” olarak adlandırılan Dario Argento tarafından yönetilen Suspiria’nın hikayesi 1845’te Thomas De Quincy tarafından yazılan Suspiria de Profundis’e dayanıyor. Dönemin en kendine has eserlerinden sayılan Suspiria de Profundis halüsünojenik ilaç kullanımından etkilenen hafıza üzerine şiirler ve denemelerden oluşan bir psikolojik fantezi derlemesi.
Argento’nun Suspiria’sı filmografisinde başarıyla üzerine eğildiği “giallo” alt türünün gelişmiş ve dönüşmüş örneklerinden. İtalyanca “sarı” anlamına gelen giallo adını o dönemde İtalya’da da bir furya haline gelen gizem temalı, grafik şiddet içeren ve ana karakterin kadın olduğu ucuz roman kapaklarındaki sarı çerçeveli tasarımdan alıyor. Argento filmlerini genel anlamda bu tema ve tür altına toplayabilecek olsak da Suspiria ve sonrasında gelen iki devam filmiyle The Three Mothers üçlemesi sinema tarihinde bu türden daha farklı bir yere konumlanıyor.
Masalsı bir kabus olarak nitelendirilen 1977 yapımı Suspiria’nın kült haline gelmesindeki önemli noktalardan biri seyircinin korku filmleri özelinde daha önce karşılaşmadığı bir sinematografiye sahip olmasıydı. Dönemdeki partneri Daria Nicoldi ile film estetiğini “sapık bir masumiyet” teması üzerine oturtma kararı alan Argento filmin yapım sürecinde ilham kaynağı için Pamuk Prenses, Alice Harikalar Diyarında gibi pek çok Disney filmini atmosfer ve renkler için yeniden seyretti. Kromatik ve masalsı evreninde Suspiria’nın içindeki çarpık mimariler, bol üçgenli yapılar ve dokulu arkaplanların temel esin kaynağı ise ekspresyonist dönem olmuştu. Sürükleyici ve içine çeken atmosferiyle Suspiria, sadece seyirin ve zihinsel algılamanın ötesinde bir deneyim ve bedensel hissiyata dönüşen bir film olmayı başardı. Yönetmenin pek çok filminde beraber çalıştığı İtalyan asıllı progresif rock grubu Goblin, Profondo Rosso’nun ardından Suspiria için de filmle bütünleşen ve izleyici deneyimini katlayarak artıran bir soundtrack albümü yaptı.
Call Me By Your Name sonrasında dünya genelinde ve ana akım içerisinde de tanınır hale gelen Luca Guadagnino Suspiria’ya bir re-make yapmak istediğini duyurduğu andan itibaren konu hakkında söylenenlerin ardı arkası kesilmez oldu. Filmi fazlasıyla sahiplenen hayranlar bu derece ikonikleşen ve yapısı değiştirilmesi ya da yeni bir yaklaşım sağlanması imkansız görünen bir eserin yeniden ele alınması konusunda oldukça sinirliydi. Guadagnino’nun konu ile ilgili oldukça mütevazı açıklaması ise Suspiria’nın kişisel belleğinde önemli bir yere sahip oluşu bu nedenle bir çeşit uyarlamadan ziyade bir saygı duruşu niteliğinde bu filmi yönetmek istediğiydi. Hissettiği şeyleri hissettiren yönetmen olma fikriyle motive olan Guadagnino 2018’de orijinaline bir adak niteliğinde yarattığı ve benzerlikleri sinematografi ya da olay akışından ziyade hissiyata dayalı olan Suspiria’sını bizlerle paylaştı.
Argento’nun gerilimle açtığı filmine nazaran “slow-burn” bir akış takip eden Guadagnino’nun versiyonunda orijinal yapıma kıyasla dans ve koreografi daha ön planda. Hikaye akışı veya sinematografiyi birebir uyarlama ya da yeniden üretmeden ziyade kendi gözleriyle bize Suspiria evrenini gezdiren Guadagnino aslında kimsenin kalbini kırmayacak ve eseri yeniden canlandıracak bir işe imza attı. Kendine ait dokunuşlarla Argento’nun evrenininde dans eden Guadagnino’nun hikayesi yapımın orijinaline kıyasla gücü daha feminen noktalara kodluyor.
1977 yapımı Suspiria’da kapılar karışık cinsiyetli bir dans okuluna açılırken 2018 yapımı filmin kapılarını açtığı dans okulu sadece kadın dansçıların olduğu bir yer. Film içerisindeki şeytani güce dair gördüğümüz imgeler ise orijinal yapımdakine kıyasla tamamen feminenlikle ilişkili. Korku türünün tarihinde sıkça şeytaniliği feminenlikle ilişkilendirmeyi, siyah ve beyaz bölgeyi iki ayrı parçaya ayırmayı görmüş olsak da 2010’ların sonrasında belki de cinsiyetlere dair kolektif yaşanan farkındalıklarla bu türde de pek çok değişim yaşandı. İyi ve kötüyü net çizgilerle birbirinden ayırmayı bırakan, şeytaniliği bir gereklilik olarak feminenlikle eşlemeyen ya da bu eşlemeyi bir olumsuzlama aracına çevirmek yerine güçlendirici bir yere konumlandıran pek çok film türün içerisinde bir devrim yaşatmaya başladı. Guadagnino’nun Suspiria uyarlaması da modern korku türü içerisinde türün klişeleri ile oynayarak kalıpları yeniden tanımlayan yapımlardan biri.
Argento’nun Goblin’le bizleri evrenine hapseden şarkılarından sonra Guadagnino ise modern uyarlamasına en uyum sağlayabilecek isimlerden olan Thom Yorke ile çalışarak bizlere evrenin farklı noktalarında dans edebileceğimiz ve uykuya dalabileceğimiz bir albüm veriyor. Geçmişten günümüze bir Suspiria yolculuğu yapmak için linki takip ederek playlistimize ulaşabilirsiniz.