It Girl Olmak Her Yiğidin Harcı Değildir: Mihda Koray

LifestyleApril 11, 2017
It Girl Olmak Her Yiğidin Harcı Değildir: Mihda Koray

“It Girl” olmak her yiğidin harcı değildir bizde ne kadar kolay gözükse de. Güzel olmak ve iyi giyinmek bir ayrıcalık olsa da, bazen her şeye yetmediğini haykırmak istediğimiz zamanlar oluyor. Bazı zamanlar da parmakla gösterilecek insanlar yapıyor bizim yapmak istediğimiz düzeltmeyi; duruşlarıyla, var oluşlarıyla, başarılarıyla…

İstanbul moda konusunda ne kadar atakta olsa da kendine isim yapmak için daha yolun çok başında gibi gözüküyor. Sence bu durumu en doğru nasıl değerlendirmek lazım? Nasıl bir yol izlemeli moda dünyası?

Mihda Koray: Paris – ve de ticari açıdan Milano – dışında hangi şehrin gerçekten kendine isim yaptığını ve isim yapmanın ne demek olduğunu düşünmek lazım. Tarihte belirli zaman dilimleri dışında New York ve Londra bile bu ünvana sahip olamıyor. İstanbul isim yapmak zorunda değil.

Tasarımcılar için moda haftası gerekli ama konumuz İstanbul’un kendine isim yapması ise o zaman bir tekstil ya da deri fuarı yapalım. O zaman bütün dünya gelir; bütün büyük markalar buraya üretim için geliyor; koşa koşa gelirler. Moda haftası yanlış bir odak noktası belki de. Çok iyi genç tasarımcılarımız var mı bilmiyorum ama ona da odaklanılabilir, dünyadan da genç tasarımcılar katılabilir, TRANOİ’’ye rakip olan. Katılması daha ucuz olan birşey de olabilir. Burada prodüksiyon yapmaya gelen çok genç tasarımcı da var. Güçlü olduğumuz alanlara hiç ilgi göstermiyoruz.

Yurt dışındaki başarılı olan Türk asıllı tasarımcıların isim değiştirmesi, İngiliz demek istemesi ya da yatırım için demek zorunda kalması… Bunları düşünmeliyiz. Önce gurur duyulan, ilham veren, parasal ya da eğitim olarak destek veren bir şehir ve sistem olalım. Birkaç tane dünya çapında modacımız olursa o zaman bunu başarmışızdır.

Demesi kolay tabii. Türkiye gördüğüm kadarı ile yarım asırdan öte, yani uzun bir zamandır zor şartlar altında ayakta durmaya çalışan bir ülke. Böyle yerlerde kültür ve lüksün arka koltukta olması normal. Ama herkesin bir o kadar daha da ihtiyacı var ve devam etmek gerekir. Kendimizi batılı ya da sosyo ekonomik olarak gelişmiş ülkelerle karşılaştırmak bana saçma geliyor. Destek, kültür ve eğitim yoksa, karakterimize dönebiliriz. Gerçek anlamda nasıl değerlerlerimiz ve özelliklerimiz var? Bu seçemediğimiz ülke bize nasıl ilham veriyor? Yaratıcı olup birey olarak devam etmekten başka çaremiz var mı?

Near East Türkiye’yi global ile bağdaştırmak için nasıl bir yol izliyor?

Mihda Koray: Türkiye’ye 2006 da geldiğimden beri yapmaya çalıştığım projelerde bu bir içgüdü olarak var hep. İçerikler ve yaklaşımımız farklı durabilir ama her yaptığımız Türkiye’yi ve İstanbul’u dünya ile diyalog içinde tutmak doğrultusunda. Benim mesuliyetim ilk olarak Near East’i, Çin dergisi de olsa, Fransız dergisi de olsa global ortamda ayakta durabilmesi için belirli bir seviyeye getirmek. Near East’in İstanbul çıkışlı başarılı bir dergi olması şu anda yeterli ve şehri dışarısı ile bağdaştırıyor. Türkiye çıkışlı ilk dergi dünya çapında okunan.

Dergi hem fikren, hem sunduğu farklı olasılıklarla, hem de farklı projeleri ile kademeli ve geniş bir hal aldı. Ortadoğu’yu, hatta Conde Nast ya da benzer şirketler altında birçok ülkede çıkan Vogue gibi dergiler dışında, Asyayı da içerik ve dağıtım açısından da kapsayan, Avrupa ve Amerikalılar tarafından okunan ve takip edilen ilk dergi.

Mottomuz “Modern International Culture.” Sadece bunu ele alıp yarattığımız uluslarası dergiyi ve beğeniyi en doğru ve yaratıcı şekilde devam ettirip, bizim için gerçekten önemli olan birkaç markanın desteği ile değerli bir dergi yapmaya çalışmaya devam etmek şu anki amacımız.

Biz ilk olarak sanat ve moda dillerinin sadece batılı bir gramer ile yaratılıyor oluşunu değiştirmek istedik. Farklı bir bakış açısı getirecek fakat sadece kendi dilini konuşarak ya da sadece ‘kendi’ konularımızı işleyerek bunu başaramazdık. Kapağa Paris’teki tek Sudanlı mankeni koyarak, Türk dizi oyuncusu koyarak yapamayız. Bize niye daha egzotik, Türkiye’yi ve Doğu’yu açık açık güçlü bir şekilde kutlayan bir dergi yapmıyorsunuz deniyor bazen. Bunu yapabilirdik ve çok güçlü bir model olabilirdi, olabilir de hala. Ama başlarda bu yola biraz girdik ve belirli bir pazara sınırlı kalmak istemedik.

Biz sonuçta kavramsal ve her şekilde ayakta kalmak isteyen, her gerçek dergi gibi değişen zamanlarla ayakta durabilmek isityoruz. Bakış açım ise şu: Kutlayacak birşey yok, herşey ve her kültür eşit ve dinamik ve modern. Bir yandan da Doğudan ya da Türkiye’den büyük bir derginin olmayışının bir sebebi de olmalı sonuçta. İlk biz düşünmemişizdir diyerek, içeriden işleyen, fazla yayılmamış, esnek ve uzun soluklu bir sistem yaratıp onun içinde güçlenmek istedik.

Mihda Koray

İçerik açısından ise daha modern bir şekilde ‘öbür taraftan’ değil, modern kültürün ve dünyanın içinde olduğumuzu en baştan var sayarak başlamanın önemli olduğunu düşünmüştüm kriterleri belirlerken. Bu duruş çok eskiden, çok farklı şartlar altında icat edilip kemikleşmiş bazı batılı fikir ya da düşünce durumlarını yok ediyor zaten. Batı felsefesindeki ‘düşünen adamın Avrupalı oluşu’ kavramına karşı başlamış bir şey Near East. Bunun ötesinde batılı gözükse de yakından incelenince batılı yolları kullanmadan yaratılan ve bunu her seferinde daha fazla yapmanın yollarını arayan bir dergi.

Sanat için İstanbul’da tuttuğumuz bir mekanımız da var. Az ve aralıklı proje yapıyoruz. Yine aynı şekilde İstanbul’un ve sanat piyasasının o seneki haline göre yavaş ilerlemeyi ama sağlam kalabilmeyi tercih ediyoruz. Ama İstanbul’un sanat haritasında durmasında yine bir yerimiz var. Herkes durumun zorluğunun farkında. Galeriler kapandıkça, hızlı davranmamaya, başka yollar düşünmeye devam ediyoruz.

Bize yoğun bir haftanızı anlatabilir misin? Kendini farklı şehirlerde bulduğun, birçok farklı işlerle uğraştığın bir süreçte gittiğin, gördüğün, deneyimlediğin ve sana ilham veren şeyler ne oluyor?

Mihda Koray: Ne zaman tatil yaptığımı hatırlamıyorum, hep öyle gibi gözükse de. Denizde yüzerken bile, şu yörenin kayalarından çok güzel Near East mobilyası olur diyorsun. Bir nevi manyaklık tabii.

Dünyanın en Batısındaki bir şehirde, Holywood’un ortasında, alakasız birinden İstanbul’da hiç karşına çıkmayan bir konu, insan, ya da bakış açısı çıkabiliyor. ‘Mysticism’ sayısını 6 ay orada yaptık çünkü bir dünyanın en farkl şekillerine bürünmüş modern mistikler orada, şehir de öyle. Bir önceki sorunla alakalı olarak da ekleyeyim; “Hindistan’a gidip moda mı çekmeliydik” gelesi diyor insanın! Herşeye Near East lensinden bakarak dünya çok ilginç ve verimli oluyor. Kısa süreler şeklinde iş için belirli şehirlere gitmek durumda kalıyorsun.

Daha fazla gibi gözükse de çoğu zaman İstanbuldayım. Paris değil de buradan yapmak, burada yaratmak, neden olduğunu bilmesem de çok şey katıyor, dolaylı yoldan da olsa. Bir kere ne dersek diyelim büyük 3 şehrin dışındaki, büyük bir işe kalkışıyor olmanın verdiği bir azim oluşuyor. Ne de olsa doğu şehriyiz. Tabii büyük 3 şehirde 3 günde karşılaştığın insanlar, fırsatlar ve verimlilik çok çok farklı. İnsanı düşündürüyor, o yüzden sık sık gidip bundan faydalanmak durumundayım. “Ben burdayım, ölmedim” demen gerekiyor.

Son olarak da demokratik lüks ve kültürün sağladığı ortamın, sanatın ve açıklığının verdiği enerji ve ilhamdan da çok uzak kalıyorsun. Ama burasının verdiği, ya da belki benden aldığı enerji de dergiyi ve beni ayrı bir yere koyuyor; sürekli ordaki savaşın içinde değilsen herşeyi daha iyi görebiliyorsun. Ama genelde dengeyi sağlamak gerçekten zor.

Londra’dan ilk dönüşün ve URA projesinden bahsedelim biraz. İstanbul standartları için çok “erken” ve kaliteli bir proje olmasına rağmen, dünya çapında kazandığı farkındalığı kazanmasını bekliyor muydun?

Mihda Koray: Beklemiyordum. O sıralarda İstanbul filizlenen bir yerdi ve Londra sıkışmış haldeydi. Bizim konser ve sergilerimizi takip ediyorlardı ve deneyimleyemedikleri için Londra’da dağıtılan bir dergi yaptık Ura adı altında. Bizde konser ve gençlik kültürü bol ama sizdeki kültürel durum yok demelerine cevaben onlara bir mektup gönderirmişçesine bir dergi yaptık. 8000 kopya birinin ellerine geçti, okuyanı ve göreni daha fazladır.

İstanbul’da tam tersi olduğu için de burada bol bol konser verdik. Sanat büyükleri ve destekçileri zamanında bu konserlerin galeri mekanlarında yapılmasını, Londra’daki hayatı buraya taşımak olarak gördü ilk başta. Destek vermediler, hatta sanat büyüklerimden boykot eden oldu.

Biz de hiç bunun farkında değildik; ciddiyet içinde, gençler galerilere ayak basmıyor, herkes peyote gibi mekanlarda bira içiyor diyerek galeri ortamında, sanat çerçevesi altında bunu sağlamak istedik. Açıkçası zamanında İstanbul’daki sosyal sorumluluk projesi tipindeki sanat çukurundan insanları ne çıkaracaksa yapalım dedik ve gençleri çekmeyi ve dünyanın bir parçası gibi hissettirmek istedik. Bunu yaparken içeriği ve yapmaya çalıştığımız şeyin ciddi tarafını Türkiye değil başkaları gördü. Çok önemli değil aslında. Destek getirmedi, o açıdan önemli.

10 sene sonra beğeni kazanmak çok da önemli değil. Sadece bir sürü insana bir anlamda nefes getirdiğini belirtiyor birçok insan. 20’lerimin başında yaptığım birşey için bu sonuç bana yeterli.Yurt dışındaki başarı o 8000 gence ulaşmak da olabilir, yoksa belirli kriterlerin içinde zaten önemli kılınması gereken işler yapıyorduk. Destek bulamamak kötü oldu. Dışarıdan destek niye gelmedi derseniz gelemezdi çünkü Türkiye’de bir pazar yoktu, hala da yok. Filantropi açısından sorgularsak da herkes kendi ülkesindeki şeylere destek veriyor. Fakat ondan sonra kalkıştığım ve yaptığım her işte dışarıdan destek, ilgi ve yardım görmemi de sağladı. Bu yüzden bir nevi bir başarı denebilir evet.

Mihda Koray

Sana son zamanlarda en çok ilham veren olay / defile / şarkı / parti vs. ne oldu?

Mihda Koray: Balenciaga. Bir Sterlin Ruby heykeli… Daha ciddi bir cevap gerekirse, kendi jenerasyonunun artık gerçekten profesyonel anlamda zamanının ve başarısının gelmesi.

Bir şeyin “moda olması” için en ideal koşullar ne oluyor? “Moda olan” şeylere karşı tutumun nedir?

Mihda Koray: Bilemiyorum, düşünmemiştim. Artık koşullar yaratılıyor, bu kesin. Endüstri olarak saygı duyuyorum; ihtiyaç olmayan ya da kökünde artizanal olarak başlamış birşeyi dev bir isim haline getirmek, hayatında gerçeğini görmemiş bizim gibi insanlara yoktan lüks ve ihtiras kavramları yaratmak ve satmak çok zor. Bir yandan da asırlardır bir çok kulvarda gördüğümüz, ayakta kalmak için uygulanan teknikler… Yarat, dayat, ihtiyaç yarat, ki devam ettir… Benzer bir şeyden bu kadar bir endüstri yaratmak akıl, beceri ve stamina ister. Sürekli erişilemez bir şey ya da his yaratmak lazım. Birşeyler ne kadar akıllı, değerli ya da güzel olsa da ihtiyacın olmayan bir şey satıyorsun; dünyadaki her süt paketinin içine giydirilen ya da uçakları döşeyen alüminyumu keşfetmedik sonuçta. Bir şekilde değer de veriliyor, güzel alışverişler yapılıyor ama yeri olmayan birşeyi devam ettirmek bir takım çırpınış ve psikolojik oyunlar gerektiriyor. Bu bağlamda moda endüstrisi de histeri ve ihtiyaç hissi yaratmak durumunda.

Sana göre işinde yapabileceğin en büyük hata nedir?

Mihda Koray: Klasik belki ama yaptığın işin hakkını vermemek. Bu parasal olarak başlıyor ama her şeye uygulamak gerekiyor. Benim gibi kendi işine sahip, sevdiği şeyi yapanlar için bir çok açıdan önemli. Her şeyi kendi zamanın ve kurallarınla yapıyor olabilirsin, açık ya da rahat, veya yaratıcı olabilirsin, sevdiğini de yapıyor olabilirsin ama başkalarını sorumluluğu, senin için yarattıkları sanat, zamanı ve parası ve başarısı da senin omuzlarının üstünde. Bazı bariyerler koymamak, anında fikrini doğru şekilde söylememek, bazı şeyleri sahiplenmemek çok büyük zaman, yaratıcılık, iletişim ve ekonomik kaybı. Kendine, etrafına ve yarattığın şeye saygısızlık gibi görüyorum. Bunun olmaması için de sürekli olan bir farkındalık, disiplin ve enerji gerekiyor..

“Marjinal olmak” artık yaygınlaşan bir konsept olduğu için insanlar farklılaşacağım derken biraz daha bile normalleşiyor. “Şahsına münahasır” olmak bugünlerde daha zor diyebilir miyiz?

Mihda Koray: E postmodernizm diyeceğim ama onun bile postunu astık duvara! Bundan olabilir. Normal. Korkmayalım, birşey çıkar karşımıza elbet ama çıkmasın bence.

Belirli tarzlar vardı eskiden dediğin gibi. Yaratıcı insanlar var bu yokluğun içinde yeni bir dil oluşturan son 2-3 senedir. Anlaşılmaz ama organik ve zengin birşeyin sürekli evrilmesi daha değerli ve bana çok modern geliyor. Şimdi genel bir ‘hal’ ya da ‘kal’ var ve bundan yaratıcılık doğmaya başladı. Yarım asıra yakın kültürün sonunu yaşıyoruz. Biraz durmak iyi geliyor. Bence büyük bir hazım evresindeyiz. İnstagram vs ile görsel ne yaratıldıysa sanatın icadından beri, her gün binlerce formatta karşımızda. Hazmetmenin yollarını arıyor bir takım insan, ben dahil. Sonunda ne olur, ya da niye böyleyiz demeye gerek duymuyorum.

Marjinal olmak artık zor olamaz. Ya gerek vardır marjinalize ederesin kendini, ya da edilirsin zorla; ya da gerek yoktur, herkes olduğu gibi devam eder, durduğu yerde birşeyler yaratır. Bence bir akım eksikliği yüzünden yok olmadı, gerek yok artık, herşey önümüzde ve herkes herşeyi olabiliyor. Gerçek kreasyon biraz dağınıktır bana sorarsan. En azından giyim ve tarz gibi şeyler yüzünden baskı görmüyoruz. Herkesin çok daha başka sert dertleri var son 5 senedir, gençler de bunun farkında. Irkçılık, yeni post terör ya da dünyanın sonu gibi… Aslında bütün dünya insanları marjinalize oldu diyebiliriz ! Çok yaratıcı bir döneme gireceğiz.

Başarın daha çok yaratıcı olmaktan mı yoksa iyi bir gözlemci olmaktan mı geçiyor?

Mihda Koray: Gözlemlemeden yaratmak mümkün değil. Yarattığın şeyi yaşatmak da farkındalık istiyor bence; farkındalık da gözlemsiz mümkün değil.

Moda ve sanat ile ilgili duymaktan en çok sıkıldığın soru hangisi?

Mihda Koray: Bilmem, gördüğünüz üzere herşeyden fazlasıyla bahsetmeyi seviyorum! ?

Fotoğraf: Ali Yavuz Ata
Author: Alara Kap

RELATED POSTS