Bu ay, 20. İstanbul Tiyatro Festival’i kapsamında, Hate Radio Zorlu PSM sahnesine geldiğinde göreceğimiz gibi, Rau tarihi olayları ve davaları sanatsal olarak işleriyle canlandırıyor. Hate Radio’nun 1994 Rwanda Soykırımında önemli rol oynayan Rwanda RTLM radyo istasyonunu canlandırdığı eseri belki de Rau’nun en yüklü ve aykırı işi olarak değerlendirilebilir. O zaman olayların gerçekleşme biçimi ve dünyanın duruşuna bakarak 20. yüzyılın en çok şok yaratan olaylarının bazı yönlerini ortaya koymak isteyense Rau’nun ta kendisi. Politik aktivistlik ve doğruyu söyleyen birinin bakış açısıyla yönetmenin düşüncelerini keşfediyoruz.
Bunun bir çok nedeni var; biyolojik nedenler, annem ve babam sol aktivistleriydi ve bana politik biçimde dünyayla yüzleşmeyi öğrettiler. İkincisi, bir sosyolog olarak çalışıyorum ve o da bende bu bakış açısını geliştirdi ve on yedi on sekiz yaşlarımdayken Güney Amerika, Afrika, Rusya ve daha bir çok yerde röportaj yapmak için seyahat etmeye başladım. Küresel ekonomi elverdiğince sanatsal işlerimi her zaman aynı seviyelerde uygulamaya çalıştım. Bir diğer neden ise savaş ve kriz zamanlarında tiyatro yapıyor oluşum; insanın gerçek yaşama kudreti ortaya çıkıyor diyebiliriz.
Ben tiyatro ve film için çalışıyorum ve ayrıca bir yazarım. Tabii ki ben politik bir aktivistim, ama Hate Radio gibi işlerimi yaparken onları bir aktivist olarak yapmamaya çalışıyorum. Evet, soykırıma karşıyım ama politik bir duruma karşıyken bir şey hakkında oyun veya sanat eseri yapamazsınız. İşin kendisinde, belki de alaycı bir tavırla, tarafsız olmaya çalışıyorum. Durumu olduğu gibi anlatmaya çalışıyorum. İnsanların bu eylemleri nasıl yaptığını anlatmadan onların soykırım suçu işlediklerini nasıl anlayacaksınız?
Her zaman öyle bir şeyin nasıl olduğunu anlamak istemiştim. Bu neredeyse sekiz milyon insanın, faillerin ve kurbanların dahil olduğu bir çatışma; ben de sahnede çatışma atmosferini gerçekten anlayabilmek için bu olayın nasıl anlatılabileceği ile ilgileniyordum. Bağlantı noktası soykırımdan kurtulmuş ve süreci yaşamış olan oyuncularla çalışmamda.
Soykırımla ilk defa yüzleşen bir oyuncu vardı; bu anıları ve insanlarınızın tarihini keşfederek, uzun süre boyunca sürekli etrafında dolandığınız bir deneyimi buluyorsunuz ve bu olduğu ve artık değiştiremeyeceğiniz için de hayata devam ediyorsunuz. Kadın oyunculardan biri de tarihin bu koca canavarlarıyla yüzleşmek için ilk defa Rwanda’ya dönmüştü ve onun için bu rolü oynamak çok garip ve gerçeküstüydü.
Oyunun bağlamı ve kendi deneyimlerinden dolayı ne hakkında konuştuklarını bilen oyuncularla çalışmak işim için genel olarak çok önemli diye düşünüyorum. Örneğin Shakespeare hakkında bir oyun oynarken, oyuncular Shakespeare’in yazdıklarından daha fazlasını bilemez, çünkü bunlar 500 yıl önce oldu. Shakespeare’den daha akıllı olamazlar, ama Milo Rau’dan daha akıllı olabilirler, çünkü benimle kendi tarihlerini oynuyorlar. Burada, oyuncular hakkında konuşacak olursak, bu arşiv ve biyografi karışımı bir şey diyebiliriz.
Halkın ve medyanın tepkileri benim elimde değil, ama oyun bir şekilde politik ortamı yeniden yaratıyor, bu da gerçekten yüzleştirici bir şey. En iyi bildiğiniz şey onunla yüzleşene kadar gerçek değildir. Örneğin Hate Radio’da soykırımı temsil ediyoruz ve bunu yapan çok fazla konu yok. Evet, 90ların küresel haber kültürünün bir parçasını temsil ediliyor, ama bence tiyatro medyada aşırı derecede popüler olmuş ve hiç bu bakış açısıyla ele alınmamış bir şeye dair perspektifi değiştirmeyi mümkün kılıyor.
Söylemesi zor. İki yıl önce Hate Radio ile Japonya’ya gittim ve Afrika’nın koloniyel hikayesine bu kadar büyük bir ilgi beklememiştim. Bu Türkiye için de aynı olabilir. Modern anlamda hiç bir zaman gerçekten kolonileştirilmediniz – ama soykırım evrensel bir şey. Her kültür kendince bir soykırım yaşamıştır ve II. Dünya Savaşı sırasında Çin’de milyonlarca Japon öldürüldüğü gibi elbette Türkiye’de de Ermeni soykırımı yaşandı. İşte bu azınlığın dışlanması ve öldürülmesi durumu, bence Türk halkına bir giriş noktası olabilir.
Fotoğraf: Daniel Seiffer