Mosaic of Visions

MusicSeptember 9, 2018
Mosaic of Visions

Yenilenme ihtiyacını karşılayabilmenin en iyi yolu nedir? İzlediğiniz bir film sahnesi geleceğinizi nasıl şekillendirir? Bütün bunları müzisyen, film müziği bestecisi Ahmet ile konuşurken her performansta kendinizi nasıl başka yerlere seyahat ederken bulabileceğinizin ipuçlarını öğreniyoruz. Doğaçlama sözleri ile eserlerindeki yaratıcılık katmanlarını arttırırken, gözlemlerindeki başarısını da ustaca hazırlanmış soundtracklar ile tecrübe ediyoruz.

Gitar egzersizleriyle başlayan ve prodüktörlüğe kadar uzanan müzik yolculuğunun ana motivasyonu nedir? Hikayen nasıl gelişti?

Geleceğe Dönüş filminde Michael J Fox’un Johnny B. Goode solosunu izlediğimde çok etkilenmiştim. O soloyu çalmayı çok istedim. Aylarca, eve gitar aldırmak için ağlayan abim de o sırada eve bir gitar aldırmayı başarmıştı. Sene de 96 galiba… Moğollar, Cem Karaca, Barış Manço, The Doors, Jimi Hendrix, Nirvana, Rancid, Ramones, Sublime, ACDC, Lou Reed, Mike Oldfield, Balkan ve Hindistan başta olmak üzere World Music derken üniversitede iyice daldım müziğe. Art arda söyleyince kadar alakasız şeyler dinlediğimi fark ettim… Gerçi hala da öyle. Neyse…

İşletme okuduğum için müziğe bolca vaktim oldu. Baktım güzel gidiyor, 6 senede bitirdim okulu. :) Üniversitede (Eskişehir) Gevende ile uzun bir maceraya başladık, neredeyse her gün bir yerlerde çalıyorduk. Okuldan sonra İstanbul’a geldim prodüktör Ömer Ahunbay ve Hakan Özer ile tanıştım, “İlla da sizin şirkete çalışacağım ben abi.” diye ısrar edince de beraber çalışmaya başladık. Kapılarında yattım desem yeridir. On üç senedir beraberiz. Onlarla müzik prodüksiyonunun en temel noktalarını öğrenme şansım oldu.

Çalıştığım bağımsız projelerde de o temelin üzerine her seferinde bir şeyler koydum, yuvarlanmaya başladım. Hala da yuvarlanıyorum.

Her şeyden önce, kendi diline sahip Gevende… Şarkılarınızda kullanmak için neden sıfırdan bir dil yaratma ihtiyacı hissettiniz?

Önce dünyadaki resmi ve resmi olmayan toplam 6000 dilin arasında uzun bir araştırmaya girdim. Şarkılarımıza en uygun hece ve dil yapısını araştırdım. Bu yaklaşık dört sene sürdü. Sonra…

Şaka şaka. :)

Bu planlanmış bir şey değildi. Eskişehir’de barlarda ska, eski pop parçalarını filan çalardık. Ben sıkıldım bir süre sonra hep aynı şeyi söylemekten. O sırada çok fazla world müzik dinliyordum. Oradaki duyduğum kelimeler ve seslerle parçaların sözlerini değiştirmeye başladım. Melodi aynı idi ama. Bizimkiler de hiç şikayetçi değildi durumdan. Ama geçici bir şey olduğunu düşünüyorduk. Mesela Bob Dylan’ın One More Cup of Coffee parçasının ilk kıtadan sonrasını uydurarak söylüyordum. Bence Dylan duysa kızmazdı. İçim rahattı yani. Parçanın sözlerini bilenler hoşlanmıyordu tabi durumdan ama, bilenlere de yanındaki flörtüne “adam yanlış söylüyor sözleri ya” deyip hava atma şansını vermiş oluyordum. Hoşlarına gitmiyordu değil hani.

Beste yapmaya başladığımda işler daha ciddiye bindi tabii. Orda da aynı yoldan devam ettim. Çok rahat hissediyorum kendimi doğaçlama sözlerle. Her seferinde başka bir yere seyahat ediyorum aynı melodilerle. Bir “dil” yarattığımı düşünmüyorum. Sevdiğim seslerden kendimce heceler ünlemler yüklemler yapıyorum; melodisiz ayrıca bir şey mana etmeyen.

Aitlik hissiyatını nasıl tanımlarsın?

Kendimi, melodisini duyduğum her şeye ait hissedebilirim.

Her gün stüdyoma gittiğim sokağın da melodisi var, her sabah pencereme vuran güneşin de…

Dinleyiciye soundtrack üzerinden ulaşmak ile canlı performans üzerinden ulaşmanın senin için farkları nelerdir?

İkisinin de sonucu müzik fakat süreçlerinin hiçbir ortak yanı yok. Soundtrack’te ne kadar seni özgür bırakırlarsa bıraksınlar, içinde bulunduğun oyun alanının sınırları var.  Terzilik de yapak zorundasın, müziği filme en uygun hale getirmek için kesip biçmek ya da yeniden aranje etmek gibi… Canlı performansta oyunun sınırlarını sen belirlersin, istemesen sınır da koymazsın.

Kelebekler filminin müziklerinin yapım aşaması nasıl gerçekleşti? Filmin senin üzerindeki etkileri nelerdi?

Tolga ile uzundur tanışırız, Sarmaşık ve öncesindeki işlerinde de çalıştık. Aynı yönetmenle çalışınca süreç çok daha sağlıklı işliyor. Kelebeklerde bunun faydasını çok gördük. Senaryoyu çekimden bir sene evvel okudum. O sene de baya bir gezinti halindeydim. Rize’den Malaga’ya, Berlin’e, Kars’a…

Ukulele ve küçük gitarla devamlı melodiler kaydedip Tolga ile paylaşıyordum. Sonra onların içinde en yakın hissettiklerimiz üzerinden ilerledik. Filmle beraber coğrafyasız bir bozkır atmosferi yaratmaya çalıştım. O süreçte birçok enstrüman denedim. Keyifli süreçti.

Görsel dünyanın etrafında gelişen ve bizi etkisine alan bir unsur da müzik, biliyoruz. Peki Ahmet Bilgiç için bu görsel dünya ile kurulan temas, nasıl bizi kısa bir sürede etkisi altına alıyor?

Bir şarkıyı sabit tutun ve altına bir görsel koyun, izleyin. Sonra görseli değiştirin. Çok uçurum bir fark olmaz görselin hikayesinde.

Ama aynı görsele, farklı müzikler koyun ve tekrar izleyin; her seferinde bambaşka bir hikaye ile karşılaşırsınız.

Duysal, görselden üstündür demiyorum tabii. Etkisinin ne kadar büyük olduğuna dair söylemek istedim. Bazen o kadar düşük desibelde bir müzik ile eşlik edersin ki sahneye, kimse fark etmez. “Aa, orda müzik mi vardı?” diyen bile olur. Ama o müziği çıkarırsanız, sahne bir anda çıplak kalır. Aslında ben de tam bu noktadaki müziği yapmayı daha çok seviyorum; var olduğunda kendini belli etmeyen, ama olmayınca da yokluğunu çok hissettiren…

İstanbul’u senin için tanımlayan şarkı nedir?

Kalabalıkta yürürken kulaklığımda çalan her şarkı. Al sana görsel-duysal bir şov. Eminönü-Sultan Ahmet arasındaki rotayı çok yürürüm. Her seferinde çalan müzik bambaşka bir dünya yaratıyor, tavsiye ederim, tam bir şölen.

Duyduğun en özel ses?

En son Selda Bağcan en özel sesin kendisinde olduğunu söylemişti. O gözle tekrar bakacağım :)

Hikayesini duyduğum her ses özel bana.

Kendine en yakın hissettiğin film karakteri?

Marty McFly.

Sırada senin için ne var?

Bu sıra Florida yapımı bir uzun metraj ve yine Tolga’nın çektiği Bartu Ben dizisi üzerine çalışıyorum.

Bunların yanı sıra mayıs ayında kurduğum, Kelebekler ve Özgün Semerci’nin banjo albümünü yayınladığım plak şirketim Lu Records’tan çıkacak projeler var…2018 baya bir yoğun tamamlanacak.

Author: Ozan Tezvaran

RELATED POSTS