Çevredeki çölün gölgesinde kalan enstelasyon; izleyicilerin yukarıya bakmalarına ve kendilerini aşağıda yeryüzünde görmelerine izin vererek, izleyicilerini “gezegenle yeniden senkronize olmaya” davet ediyor.
Bu işi; “Doha’nın kuzeyindeki çöl bölgesinde bulunan ve buralarda hareket eden her şeyin- hayvanlar, bitkiler ve insanlar; hikayeler, gelenekler ve kültürel eserler; rüzgar, güneş ışığı, hava ve parıldayan ısı – kutlaması” olarak tanımlayan Eliasson, sanatın ‘diyalog ve dinleme kanalı’ olarak rolünü savunuyor. “Sanatımda sunmaya çalıştığım öz-yansıtma için alanın, topluluklar ve kültürler arasında birbirimizle tanışmamız için alternatif, üretken araçlar sağlayacağını’ umuyorum diyen Eliasson için sanat; aktivizmin aksine yavaş, dolambaçlı ve derin bir yolu işaret ediyor.
Aynalar aracılığı ile etkileşime giren seyirciler; birbirlerinin uzayı keşfetmesini izlerler, diğerlerinin birbirine baktığına tanık olurlar belki de baktıkları kişi olup olmadıklarını test ederler.
Olafur, enstelasyonun gezenlerin aheste adımlarıyla dış dünyadan kopup, çölün içindeki yansımalarıyla doğayla farklı bir bağ kurmasını hedefliyor: ‘‘Bu, zemine bağınızın bir tür gerçeklik kontrolü. Bir yandan kumun üzerinde sımsıkı dururken diğer yandan başaşağı, sizden çok yukarıda olan bir yerden sarkıyorsunuz.’’ diyor ve ekliyor: ‘‘Birbirine komşu aynalar çelik yapıları da yansıtarak bir bağlantı denizi yaratıyor. Yansıma, siz hareket ettikçe değişen sanal kompozisyonlar haline geliyor. Algıladığınız şey – manzara, genişleyen heykelsi unsurlar ve ziyaretçilerin birbirine karışması – tam belirginleşmeden de hiper-gerçek görünüyor.’’
Perspektifler arasındaki salınımlara bağlanan iş ile mevcudiyet duygunuzu güçlendirirken, kıvrımlı yapılar çevrede kayboluyor, kaydileşiyor ve manzara haline geliyor.
Enstelasyon, “insan algısı ve doğanın yıllardır süre gelen etkileşimine bir keşif” olmayı hedefliyor.