Ben çok farklı bir eğitim aldım aslında; Boğaziçi Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik okudum. Ama okul süresince müzik etkinliklerinde ve organizasyonlarda sürekli rol aldım. Radyo Boğaziçi’nin hem kaynak geliştirmesinde ve yönetim kurulunda çalıştım, hem de orada program yaptım. İKSV’ye de o dönemde rehberlik yaparak başladım. 2004 yılında festival departmanına geçtim. Uzun yıllar aynı işi yapmak kulağa sıkıcı gibi gelebilir ama kendi içinde çok dinamik bir iş bu, monotonluk yok. Aksine her gün yeni bir heyecan!
Festivalin bir kemik kitlesi var tabi ki. Ama bir de düzenlediğimiz etkinliklere ilgi gösteren çok farklı yaş gruplarından insanlar var. Yıllar önce programın seçkisi daha farklıydı. Tek tek büyük isimleri getiriyorduk, Türkiye’de çok büyük bir açlık vardı bu konuda. Örneğin benim başladığım yıllarda Nick Cave, Lou Reed gibi çok büyük isimler dahil olmuştu programa. Belki sadece o dönemde caz sanatçılarının olduğu bir program sunulsaydı bu kadar ilgi çekmezdi. Ama yıllar içerisinde her şey değişti; Türkiye, özellikle İstanbul artık kültür-sanat alanında çok daha renkli. Artık yıldız bir ismi getireceğiniz zaman ilk getirenin siz olmanız olasılığı çok düşük, bu kişinin ileride birkaç konser vermeyeceğini de garantileyemezsiniz. Biz de bu yüzden farklı bir arayışa girdik ve festivali tek tek yıldız isimler üzerinde kurgulamaktansa 15-20 günlük toplam bir konsepte çevirmeyi başardık diye düşünüyorum.
Özellikle Gece Gezmesi, Parklarda Caz, Tünel Şenliği gibi etkinliklerin de eklenmesiyle seyircinin sorduğu soru “Festivale kimler geliyor?”dan “Festivalin programı belli oldu mu?” ya dönüştü. Yani onlar da festivali bir konsept olarak görüyor, yıldız isimlerden çok, festivalin atmosferi dikkatlerini çekiyor.
Damon Albarn çok üretken bir sanatçı. Sadece bir pop ikonu değil, dünya müziğini gündeme getirmek konusunda uğraşan bir isim. Bütün olup bitenden etkilenmiş olsa gerek, Suriye müziğini keşfetmeye yönelmiş. Aslında Gorillaz’ın Plastic Beach albümünde White Flag’de zaten Suriyeli müzisyenlerle beraber çalışmıştı. Şimdi de bir anlamda bu müzisyenlere vefa borcunu ödüyor. Holland Festival’in desteğiyle yola çıkıyorlar ve pilot şehirler seçiliyor. Elbette İstanbul da bunlardan biri. Albarn ve Suriyeli müzisyenlerin sahne alacağı günde Albarn’ın kendi müziğinden de öğeler duyacağız ve bazı sürpriz isimleri görme fırsatımız olacak
Çok farklı yaş grupları ve beğenilere hitap eden konserler ve mekan seçimleri yapıyoruz. Biz konvelsiyonel mekanlar dışında da birçok mekan kullanan bir festivaliz. Bu geleneği ilk başlatan festivallerden de biriyiz denebilir hatta. İstanbul’un çok önemli bir unsur olduğunu düşünüyoruz. Kentin dokusu ve kültürel mirasıyla insanların yeni alanları deneyimlemesinin çok şey kattığını düşünüyoruz.
Beykoz Kundura Fabrikası var. Oranın kimliğine çok uygun iki konser düzenliyoruz, biri İbeyi, diğeri de Kamashi Washington. İbeyi, Fransız-Kübalı ikiz kız kardeşler Lisa-Kaindé Diaz ve Naomi Diaz’ın projesi, Yoruba, Fransa ve Afro-Kübalı melodileri cazla harmanlıyorlar. Kamashi Washington ise Kendirck Lamar, Flying Lotus ve Snoop Dogg gibi pek çok ünlü hiphopçuyla çalışmalarından tanıdığımız saksafoncu.
Biz uzun yıllardır Alametifarika ile beraber çalışıyoruz. Bu yıl iyi hissettirecek bir şey istedik. İnekeke isimli Endonezyalı bir sanatçı sulu boya çalışması yaptı bizim için. Ortaya çıkan sonuç da festival temsil eden, içinde onun gibi bir sürü farklı rengi toplayıp beraberinde iyi bir kompozisyon oluşturan bir buket.
Nile Rodgers ve Chic! Dünyanın en ünlü prodüktörlerinden biri Nile Rodgers. Yakın zaman önce Lady Gaga ile birlikte bir David Bowie tribute’u yaptı. Hem geçmişe hem de geleceği dair hisleri çok iyi yansıtan bir isim. Heyecanla bekliyorum!
Fotoğraf: Tabitha Karp