Sıkışık bir takvimde, devasa boyutlarda ve evinden kilometrelerce uzakta… Eserin kendi yolculuğu başlı başına bir hikâye konusu, bize bu süreçten bahset.
Melek Zeynep: Zevkle! “Duo” aslında yıllar önce hayal ettiğim ve tasarladığım bir eserdi; fakat ancak bugün hayat buldu. 2024’ün Landmark projelerinden biri olarak Londra Tasarım Festivali’nde sergilenmesi için yıl ortasında anlaşmaya vardık ve böylece “Duo”nun üretim sürecine başladık. Mekânsal ve bedensel boyutları aşan ölçeği çok heyecan verici, kendime yakın buluyorum.
Bu ölçeklerde çalışmak tabii beraberinde çok sıkı planlanması gereken bir üretim süreci getiriyor. İş her ne kadar sanatsal üretim kategorisinde bulunsa da; aynı zamanda mühendislik projeleri olan, malzeme ve etki raporları olan dev bir deneysel mekân kurgusu. Yaklaşık 110 kişilik bir lokal ekiple eserimizi tamamen elde ürettik ve Londra’da sergilenmek üzere gönderdik. Çok planlı ve yoğun bir çalışma dönemi geçirdik, ama bu bizim için her zaman böyleydi. Hep büyük bir heyecanla çalışıyoruz ve ne yazık ki bu heyecanı göstermek için her zaman geniş zamanlara sahip olmuyoruz.
Tüm bu serüvenin senin üzerindeki yansıması nasıl? Başladığın andaki Zeynep ile şimdiki arasında neler değişti?
Melek Zeynep: Her proje, her eser bir parça dönüştürüyor insanı. İster istemez, o işin felsefesini ve bağlamını düşünürken, kendini de bir şekilde sürecin içine katıyorsun. “Duo” ile bu sefer kendi içimdeki kontrastları daha yakından incelemeye başladım. “İki” temasını hayatıma almamla beraber tüm Zeynep’lerimi konuşturuyorum. Bu süreç elbette izleyicisiz, daha doğal ve kendiliğinden gelişen bir deneyim oluyor—neyi değiştirdiğini ya da değiştireceğini düşünmeden yaşanıyor. Ama, bir şekilde mutlaka bir değişim oluyor.
“Duo”nun çok duyulu bir yönü var ve bu da eserlerin deneyimine spiritüel bir katman ekliyor. Projenin işitsel ve görsel unsurları nasıl bir araya geldi?
Melek Zeynep: Her tasarımcının tasarlama sürecine dair bir davranış biçimi var. Benimkisi şöyle işliyor: Eseri önce zihnimde görürüm, tam anlamıyla o ânın içinde belirir ve tüm tanıdıklığıyla bana kendini açar. Önce aramızda bu iletişim, bağ kurulur eserle ve sonra onu detaylandırmaya başlarım. Tasarlarken de özellikle algıyla oynayan, duyuları işin içine katan malzemeler ve deneyimler kullanmayı benimserim. Bu deneyimler işitsel, görsel, yer yer temasla ilişkilenen yer yer ziyaretçiyi dahil eden prensipler.
Tüm bunlar insanı yalnızca madde olarak algılamadığım ve sezgilerine temas etmeyi önemli bulduğum için. Sezgiye temas etmek insanda alan açar, sorular sordurur. “Duo” tam da böyle bir yerde duruyor. Bir cevap ya da tanım vermek arayışında değil, daha ziyade bir algı oyunu gibi davranıyor ve soruyu ziyaretçiye sorduruyor. Soru her şey, sergi de burada başlıyor.
“Her proje, her eser bir parça dönüştürüyor insanı. İster istemez, o işin felsefesini ve bağlamını düşünürken, kendini de bir şekilde sürecin içine katıyorsun.”
Melek Zeynep Bulut
“Duo” deneyimi ardından bireylerin nasıl bir evreye geçmesini hayal ettin?
Melek Zeynep: “Duo” kendini doğuran algı ve bilincin bir ürünü, bir deri gibi davranıyor. Cevap vermekten çok soru için alan açıyor.
Duyuları var. Hafıza ve tanıdıklık hissi ön planda, ki bunları olabildiğince temel öğelerle kurguladık. Şöyle bir deneyim tasarladık: İlk olarak eserin ölçeği, göz ve perspektif arasındaki ilişki sizi yakalıyor, ardından mekânın havada asılı duran teatral anıt etkisiyle, hafifçe fiziksel algınızı sorgulamaya başlıyorsunuz. Sensörlerin ve ışığın sizi algılayıp tepki vermesiyle mekan sizinle bir yola başlar, yankı mekanizmaları devreye girer ve orada öylece yürüyüp ayrılırsınız.
Ziyaretçilerden bir evreye geçmelerini, o anda büyük dönüşümler yaşamalarını gibi radikal hayallerim yok. Ancak az evvel de bahsettiğim gibi “alan açmak” çok değerli bir tema “Duo”da.
Projenin boyutu ve arkasındaki mühendislik baş döndürücü bir boyutta. Üretim sürecinde fikirsel ve fiziki gelişim nasıl ilerledi? Fiziki aksındaki malzeme tercihleri dualite ve algı temalarıyla nasıl bir ilişki içinde?
Melek Zeynep: “Duo” yaklaşık 7000 küpten oluşuyor. Bu küpler sensörlü bir sisteme bağlı ve bu sistem, özel olarak tasarlanmış bir yapı içinde havada asılı duran bir tonoz mekanizması ortaya çıkarıyor. Eser bu aracılıkla ziyaretçinin de dahil olduğu çeşitli etki-tepki prensipleri üzerinden bir deneyim sunuyor. Yarı şeffaf ve şeffaf küpler, mikrofonlar, hoparlörler ve çeşitli sistemlerle desteklenerek canlı bir anıt yaratıyor. Üretimde yaklaşık 110 kişilik bir ekiple çalıştık, bahsettiğim gibi Türkiye’de ürettik ve tamamen elde özel olarak üretildi her şey. Bu süreç kavramsal temamız için de önem arz ediyor.
“İki” temasını işlerken yaşamın içindeki tüm dualiteler görünür oluyor elbette ve hem malzeme hem form hem de deneyimle bu ayrı bir sergiye de dönüşüyor. Ancak “Duo”, cevaplar vaadi olmayan bir yerleştirme. Aksine soruya alan açan ve doğrusal bir tanımı olmayan, açıklıkta bir yerde duruyor. Bu sebeple bu sorunun en güzel cevabı eseri deneyimlemekte.
Painted Hall köklü bir geçmişin hikayeleriyle beslenen ikonik bir mekan. Mekanın bu yönleri “Duo”nun tasarım sürecini etkiledi mi? Eser ve mekan nasıl bir ilişki içinde?
Melek Zeynep: Painted Hall gerçekten harika ve çok karakteristik bir mekân. Lokasyon olarak da ortasından meridyen çizgisi geçiyor, bunun üzerine “Duo”yu kuruyoruz. Bu bir yerleştirme için çok heyecan verici bir bağlam. Elbette bu kadar karakteristik bir mekânın içinde ikinci bir soyut, deneysel mekân tasarlamak fikri çok belirleyici, güçlü bir motivasyon. Mekân içinde mekân… Oldukça yerli yerince, hatta belki klasiği tanımlamış bir kurgu ancak kendi içinde soyut. Salonun şöyle bir öyküsü de var; içeriğindeki resimler hem soyut mitolojik figürleri hem de politik figürleri kapsıyor ve kendi içinde madde-mânâ arası gezinen bir kurguya sahip. “Duo” da güncel bir dille bunu yapıyor, iki farklı zamandan birbiri ile buluşuyorlar ve bir yeni hikâyeye eşlikçi oluyorlar.
Senin için sırada ne var?
Melek Zeynep: Hiç planlamıyorum. Hayatın getirdiği güzel fikirlere ve olasılıklara, hiç plansız tüm kalbimle her zaman açığım. Bakalım sırada ne var!
Melek Zeynep Bulut In Conversation with Tunga Yankı Tan