Tahminleri alayım, sanatın fıstık ezmeli ve reçelli sandviçi nedir? Rosie Clements’in bu soruya cevabı var ve hayır, hiç de beklediğiniz gibi değil. Dokunsal imgeler formatına dönüştürerek baloncuklu ambalajı yepyeni bir dil haline getiriyor. Baloncuklu ambalaj bir de yanında fotoğrafçılık, daha ne isteyebilirsiniz ki? Doku ve görsel hikâye anlatımının çizgilerini silikleştirmeye kafa tutmuş bu kombinasyon, canınızın çektiğini bile bilmediğiniz beklenmedik bir abur cubur krizi gibi bizi yakalıyor.
Bunu kabul etmek gerek—beklenmeyeni beklemek artık yeni normal. Dijital dalga, sanat deneyimleme şeklimizi yeniden tanıtırken, karma medya, Rosie Clements gibi kalıplara uymayan yaratıcılar için bir oyun alanı haline geldi. Ve, o bu kalıpları parçalamayı kafaya koymuş gibi görünüyor.
Lisansüstü okul döneminde, Clements’in kullanabileceği harika bir Roland UV yazıcısı vardı ve bunu her şeye uyguladı. “Fotoğrafları bulabildiğim her yüzeye, popcorn tavan karolarından sahte kürklere ve taşlara kadar baskı yaptım,” diyor. Bu deneyim, görsel üretim sürecini tamamen değiştirdi. O kadar sıradan bir şeyi manipüle etmenin heyecanı, onu kabarcık ambalajının dokusuna ve ışıkla etkileşimine çekti.
Kabarcıkların ışığı yakalayıp kırması, çekici bir görsel ritim halinde bizi yüzeyin altında ne olduğunu sorgulamaya itiyor. Neredeyse mahrem sayılabilecek bir hissiyata sahip, tıpkı 2000’lerin sonlarındaki buzlu cam pencereler gibi. Dokunsallığı, gözlem ile etkileşim arasındaki sınırları bulanıklaştırarak etkileşime geçmeye davet ediyor. Hiper-dijital bir kültüre sahip olduğumuz bu dönemde, Clements’in çalışmaları, dokunun sanatla etkileşimimizi nasıl etkilediğini yeniden düşünmemizi sağlıyor.
Hareketsiz duramayan bir iş karşımızda; doğası gereği enerjik ve patlayıcı bir havası var. İster bir galeride karşımıza çıksın, ister Instagram akışınızda, anlarla süslenmiş kabarcıklar dikkatimizi yakalıyor. Ya onları şiddetle patlatmak istiyorsunuz ya da güzelliklerini takdir ediyorsunuz; er fotoğraf bağımlılık yapan bir şekilde bağlantı kuruyor. Boyutlar arasında yakalanmış bir an, günlük yaşamda bir glitch gibi. İşte burada, dijital ile fizikselin buluştuğu alanda hayatta; gerçek ile soyut arasındaki çizgiyi bulanıklaştırarak var oluyor.