Transparan iç çamaşırlarını andıran vücuda oturan ipek elbiseler, giyen kadınları hiper-grafik röntgen ışıkları gibi aynı anda hem örtüyor hem de ortaya çıkarıyor. Saint Laurent’in imzası haline gelen transparanlık, giysi ile ten arasındaki mesafeyi en aza indirerek yeniden yorumluyor. Maison’un sıkça adının anıldığı, Marilyn Monroe’nun kamuoyu önüne son çıkışında giydiği hatıralardan çıkmayan “Naked” elbiseyi çağrıştıran, görünüşte heyecan veren bir tezatlık. Kadınsı yapmacıklık adabının değersizliğini göstererek, gelip geçici hafifliğin bir yanılsama olduğu ortaya çıkıyor; saflık provokatif olabilir mi?
Sonunda hayali olan – bir zamanlar bildiğimiz modanın hatırası – kendine güvenen Saint Laurent, kadını ve onun dünyevi iştahlarını somutlaştırarak elle tutulur bir hale getiriyor. İkonik Saint Laurent parçaları yeniden üretilirken, tıpkı bir palet gibi resmiyet arzuyla buluşuyor. Macera, riskle iç içe geçiyor ve direnç kırılganlığı gizleyemiyor. Marabou tüyünden yapılan Jorjet döpiyes ve pirinç cam takılar koleksiyonda öne çıkarken, Saint Laurent kendi gücünü ve ilhamını bir kez daha gösteriyor.