“Umut benim için bir eylem. O bizi hayatta tutan şey. Öleceğimizi düşünmeden, yazın kış için bir kazak almak bence umudu temsil ediyor. Kimisinin umut edebilmek için yeterince cesareti varken bazılarımızın bunun için desteğe ihtiyacı var. Bu günün sonunda bir yaşama biçimi, edilgen bir eylem değil, dolayısıyla da hayalden ayrışıyor, buna biraz da “hazır ol”da bekleme durumu diyebiliriz, umut sonuca değil sürece odaklı bir kavram.”
Esra Gülmen
Berlin’de kar yağıyor. Bu pazar sabahında şehrin sokakları sessiz ve Esra biraz önce stüdyosuna geldi. Biz kendisiyle umut kavramını konuşmak için telefonda buluştuğumuzda aslında her şey çok sessiz. Bu Pazar sabahında her şey henüz daha uykudayken Esra’nın anlattıkları etrafa minik umut eylemleri dikmeye başlıyor. O umut kavramıyla eylemi yan yana görüyor ve ekliyor: “Nike’ın ‘Just do it’i tam benim işte. Hemen yapmak lazım, kurban olmak çok kolay, az bir cesaretle eyleme geçmek gerek. Hope Alkazar umutlu olmamız gerektiğine dair çok güzel bir örnekti, hep iyiye odaklanan bir oluşum olarak orası sadece bir bina değil. Herkese “burası senin de sahnen” dedi, herkese kapısını açtı ve yapabilecekleri eylemler için umut verdi. Orada görseli olmayan duygu durumları üzerine çalıştık. Hareketlerimizle “Yalnız değilsin”i gösterdik birbirimize”.
Ona umut veren bir olayı sorduğumda hiç düşünmüyor. Bir arkadaşı çocuğuna arkadaşının nereli olduğunu sormuş, çocuğu anlayamamış soruyu, “ne önemi var” diye karşılık vermiş, karşı çıktığından, tepki verdiğinden değil, annesinin sorusu çocuğa bir anlam ifade etmemiş. “Kimin nereli olduğu ve nereden geldiğinin bir kıstas olmadığı, bu ayrımın artık bir anlam ifade etmediği bir dünya bana umut veriyor”.
FROM BASED ISTANBUL NO41: HOPE ISSUE