Görsellerin hayatın bu denli merkezinde olduğu başka bir dönem daha olmamıştı… İşte bu yüzden fotoğrafı moda ve sanat gibi kavramlar kadar sosyolojiyle de birleştirebilen, kendi tavrını katabilen, en çok da hikayesini yaratabilen fotoğrafçıların peşindeyiz. Sosyal medyanın beraberinde getirdiği görüntü kirliliğine karşın nefes alabildiğimiz kareler gördüğümüzdeki heyecanımız tarifsiz. Şimdi kendi hikayesini yaratan fotoğrafçıların dönemi, eminiz.! Yeni neslin 5 kadın fotoğrafçısına dönüp, görsel dillerini ve günümüz moda algısına olan bakışlarını sorduk.
Gerçeklik dediğimiz şey çok göreceli bir kavram, ancak şu şekilde açıklayabilirim; bazen zihninizde oluşturduğunuz imgeleri prodüksiyonla sağlayamıyorsunuz. O zaman çeşitli post-prodüksiyon dokunuşlarına ihtiyaç duyuyorsunuz. Adil olmak ya da olmamak demek yerine, üreticinin kendi seçimine kalmış bir durum olarak yorumlayabiliriz.
Estetik, güzellik kavramları çok göreceli kavramlar. Benim estetik anlayışımın temelinde insanın kendi var ettigi üretime naifçe yaklaşılması, üretimine hassasiyet gösterilmesi var. Estetik kavramı kişinin gelişimiye, zamanla ve üretimiyle değişen bir algıyı da beraberinde getiriyor. Önemli olan kişinin üretimine her dönem aynı hassasiyetle yaklaşması.
Sanattan, doğadan, insanlardan ve onların hikayelerinden, renklerden, mimariden, müzikten… Moda diye kısıtlamamak gerekiyor. Hepsi birer üretim. Öncelikle konuyu belirleyip mekanı buluyorum. Bazen o kişi beni buluyor. Üzerinde çalıştığım son sergim trans bir bireyin hayata karşı duruşu ve bakış açısı üzerine. O dönem cinsiyet, medya ve güzellik kavramları hakkında birçok kritik okuyordum. Bu dönemde bu bireyin hikayesine tanık oldum. Bazen düşündüğünüz, üretmek istediğiniz konular sürpriz bir şekilde önünüze çıkıyor.
“En sevdiğim moda – dökumantasyon fotoğrafı, Wolfgang Tilmans’ın 1995 yılında çektigi Chloe Sevingy portesi.”
Aslında çok zor ve yoğun bir konsantrasyon gerektiriyor. Çünkü kendi içinde yansıtmak istediğin dünyadan uzaklaşmak çok kolay olabiliyor, sosyal medya, tv ve bu gibi hızlı formatlardaki görüntü kirliliği dolayısı ile… Eskiden herşey çok daha durağan ve yavaş ilerlediği için kendi duygularından ve görsel filtrelerinden uzaklaşmak daha zor oluyordu. Bunun için etrafımı devamlı olmak istediğim dünyalarla, çekmeyi hayal ettiğim görsellerle doldurmaya çalışıyorum. Aslında güncel olan da bu bence, kendin olmaya çalışmak.
Moda ve reklam fotoğrafı düşünüldüğünde bu varolan bir şey maalesef. Ben fotoğrafa yaklaşım olarak tam tersi açıdan bakıyorum. Bence insanı liberalleştiren ve özgürleştiren bir mecra olmalı. Moda da düşünülenin aksine kişilerin kendilerini ‘self-representation and identitiy’ konusunda inceleyebilmeleri için çok geniş bir kapı açıyor, sosyolojik açından ilginç olması da bu yüzden.
Juergen Teller her zaman beni çok heyecanlandıran bir fotoğrafçı oldu. Her gördüğümde, farklı bir detay bulabiliyorum fotoğraflarında. Claudia Knoepfel ve Stefan Indlekofer de şu sıralarda yine heyecan duyduğum fotoğrafçılar. Dönem dönem yine onların fotoğraflarına bakıp ilham alabiliyorum. Aslında kendine has ve rafine gözü olan çoğu fotoğrafçı beni heyecanlandırıyor.
Sanırım fotoğrafçıyı sanatçı yapan ‘fotoğrafa’ yaklaşımındaki niyet. Fotoğrafçının sanatçı olup olmadığına kendi karar vermesi gerekiyor. Çekilen fotoğrafı sanat yapan değerler, diğer sanat formlarına göre çok farklı, çünkü fotoğrafçı ve çektiğinin arasında bir de mekanik bir kamera var. Fotoğrafın sergilendiği mekan, yayımlandığı alanlar, içeriğindeki insanlar bir fotoğrafı sanat niteliğine taşıyabilir.
“Moda insanın her ruh haline uygun bir karakter yaratabiliyor. Heyecan verici olan, yeniden kimlik tanımlaması yapabiliyor olmak.”
Aslında ikisi dengede olmalı. Sadece işin mesajına odaklanırsanız çeken fotoğrafçının estetik olarak yarattığı fark ortadan kalkar. Mesleğimiz görsele odaklı. Çektiğim bir fotoğrafa insanların ilk verdiği tepkileri çok önemserim. Estetiği mi öne çıkardım, ürüne mi odaklandım ayrımını yapamadıkları zaman benim için tatmin edici bir sonuç ortaya çıkmış demektir.
Aslında sektörün her kesiminde çalışanlarla bir takımız. Tasarımcının hayali ile başlayan süreç, bizim onu doğru bir şekilde insanların önüne sunmamıza kadar devam ediyor. Tatmin edici bir sonuç, bütün dişlilerin sağlıklı çalışmasıyla ortaya çıkar.
Model olmayan birinin fotoğraflarını çekmek beni daha çok eğlendiriyor diyebilirim. O kişiyle bağ kurmak, karakterini anlamaya çalışmak ve onu görsele yansıtabilmek oldukça keyif veren bir süreç
“Bu kare, Midnightexpress ile birlekte Lucca’da sergilediğim fotoğraflardan birisi. İnternet sitemin de açılış karesi! Temiz, gizemli ve kışkırtıcı olmasını seviyorum.”
Kesinlikle, heyecanım.
Setlerimde genelde her şey planlı ve otokontrollü ilerler ama ekiple birlikte doğaçlama olayların gelişimine de hayır demeyiz. Sonuçtan memnunsak doğaçlama da okey bizim için. Ama ilk koşul planlı ve programlı olmak tabii ki. Gerisi işin sihirli kısmı.
Günümüzde herkesin modayı bir şekilde ucundan bucağından yakaladığını göz önünde bulundurduğumuzda, moda fotoğrafçılarının da insanlara daha farklı vizyon sunmalarının ve daha yenilikçi olmalılarının gerekliliğini savunuyorum.
İfade etmek istediğim ve bahsetmek istediğim her şeyi fotoğrafla objelendiriyorum. Bunun illa moda fotoğrafı olması gerekmiyor. Moda, fotoğraf üretirken bana yardımcı olan ve bazen de olmazsa olmaz dinamiklerden biri. İnsanlarla, onların ilişkileri, inançları, iklimleri, kültürleri, alt-kültürleri, ideolojileri, alışkanlıkları, hazları ve acıları ile ilgileniyorum. Sosyo-kültürel ve ekonomik yapılarla, şu anda içinde bulunduğumuz dünyanın işleyişi ile de ilgileniyorum. Bu yolda modayı es geçemem çünkü giyinmek sosyal bir aktivitedir ve nasıl giyindiğin de senin oluşturmak, göstermek istediğin veya istemediğin kimliğin ile ilgilidir. Gizlemek istediğin veya göstermek istediğin yine çevrendeki dünyanın bir sonucudur. Bazen de dayatmasıdır. İlgilendiğim konu bu. Elbette beğendiğim ve takip ettiğim modacılar var, onun dışında markalarla da çok ilgilenmiyorum. Hikaye ve kimlik benim için daha önemli. Sanatla ilgili olan kısmı ise benim boyumu biraz aşan bir konu sanırım.
Aklımda bir sorun veya soru ile başlıyor hikaye, gördüğüm bir 3. sayfa haberi veya bir başarı öyküsü, mucizevi durumlar, travmatik hikayeler ve sanatçılar bana ilham veriyor. Karşı komşum ya da yaşadığım mahallenin bakkalı da bana ilham verebilir. Görsel materyeller dışında elimden geldiğince çok okuma yapıyorum. Kelimeler ve cümleler benim görsel oluşturmama yardımcı oluyor.
Ürettiğimiz her şey gerçekliğin kendisiyle alakalı. Doğru bir temsil dediğimizde birçok doğru olduğunu kabul edersek, tek bir doğrudan bahsedemeyiz. Zaten fotoğraf da bu şekilde kendi dallarına ayrılıyor, kendi akımlarını oluşturuyor. Asıl soru şu ki kendi gerçekliğini (ister hayal ettiğin ister içinde bulunduğun), seçtiğin araçlarını ve materyallerini kullanarak ne kadar ortaya koyabiliyorsun.
“Bu fotoğrafı bu şekilde çekmek kurguladığım bir şey değildi. Modelin giymesi gereken kıyafet üzerine olmadı ve sadece kollarını giydirmeye çalışırken çektik. Giyinmesinde yardımcı olana kişinin kadrajda olması ve izleyici ile kontakt kurmaması hoşuma gidiyor. Diğer yandan Manet’in Olympia’sının ve Botticelli’nin Venüs’ünün izlerini görüyorum bu fotoğrafta.”