Seyahat Etmenin Duygusal İzdüşümü

Arts & CultureJuly 24, 2024
Seyahat Etmenin Duygusal İzdüşümü

Daha önce hiç yurtdışı seyahati yapmamış birisini bambaşka bir ülkede bambaşka bir kültür ile tanıştırsak duygu durumları ne olurdu? Seyahat etmeye karar vermenin iç dünyamızdaki yansımaları nedir? Seyahat deneyimi zihnimizde nasıl pencereler açar? Havalimanları neden duygu yoğunluğunun en yüksek olduğu mekanlardır? Heyecan, adrenalin, hüzün, keşfetmenin geride bıraktığı sonsuz haz ya da merak duygusu… Tüm bu soruları ard arda sıralayan Türk Hava Yolları Kurumsal Başkanı Rafet Fatih Özgür, yeni medya sanatçısı Refik Anadol ile bu soruların cevabını görsel bir deneyime dönüştürüyor.

Daha önce seyahat deneyimi yaşamayan farklı coğrafyalardan dört farklı insanı, alışkın oldukları coğrafyadan bambaşka bir DNA’ya sahip bir lokasyonda bir deneyime davet eden bu proje; seyahat etmenin zihinlerdeki iz düşümünden elde edilen bir veri heykeline dönüşüyor. Dijital yansımaların ve hayal kurmanın sınırsız evreninde bütünleştiği “Inner Portrait” başlıklı yaratıcı iş birliği Türk Hava Yolları’nın misyonunu kusursuzca bir sanat eserine dönüştürürken, Refik Anadol’un da insanlardan alınan gerçek zamanlı verilerin kullandığı ilk iş birliği olarak benzersiz bir deneyim sunuyor.

Şimdi rotamız Art Basel, dünya sanat sahnesinin kalbini tutan bu organizasyonda seyahat etme arzusuna ve bu arzudan doğan insani etkilere dair derin bir keşifte, iç portremize doğru bir yolculuk içerisindeyiz. İnsan doğası ve değişimin heyecan verici etkilerinden doğan biyolojik ve nörobiyolojik etkiler, yapay zeka yardımıyla veri heykeline dönüşüyor. Yenilikçi bir deneyimi de beraberinde getiriyor. Yaşıyor, hissediyor, etkileşime geçiyor, deneyimliyor ve arşivliyoruz. Dijital iç portremizle tanışmak adına bir yolculuktayız.

Inner Portrait eserinin yolculuğu nasıl başladı, çıkış noktanızdan bahseder misiniz?

Rafet Fatih Özgür: Aslında hikaye şöyle başladı. Türk Havayolları olarak dünyanın en fazla ülkesine uçan havayoluyuz. Kendimize şu soruyu sorduk “Acaba en fazla ülkeye uçuyor olmak ne ifade ediyor bir yolcu için?” 343 şehir, 130 ülke, 6 kıta; bu rakamların hepsi etkileyici. Evet, ama aslında bizler için, seyahat edenler için ne anlam ifade ediyor? Yola çıkışımızda bu kavramsal sorulara yanıt arama fikri vardı. Kendimize şu soruyu sorduk: “Her birimizin bir yolculuğa çıktığında iç dünyasında bir yenilik, bir farklılık var. Bu farklılığı veri ile, bu fiziksel deneyimi anlatabilir miyiz ve bir sanat eserine çevirebilir miyiz?” Aslında bir hayalle yola çıktık. Bu hayali; paylaşabileceğimiz en doğru kişiye teslim etmek gerekirdi, Refik de hayali paylaşmaktan öte bambaşka bir boyuta taşıdı. Şu an buradayız, beraberiz.

Peki bu çalışma süreci nasıl gelişti?

Rafet Fatih Özgür: Sanırım iki, iki buçuk sene önce ilk online görüşmelere başladık. Önce hikayeyi, aklımızdaki bu “Inner-Portrait” kavramını ve bizim için ne ifade ettiğini konuştuk. Bu veriyi nasıl toplayabiliriz? Bunu nasıl bir esere dönüştürebiliriz? Hatta devamında bunu bir belgesel şeklinde dökümante edebilir miyiz diye konuşmaya başladık ve sonrasında İstanbul’da buluşmalara başladık. İlk kez buluştuğumuzda zaten kimyalarımız da uyuştu. Fkren ve zihinsel olarak aynı noktada olduğumuzu hissetmeye başladık. 

Refik Anadol: Tam olarak bu şekilde başladı ve bugün Art Basel’de geleceğin sanatının tartışıldığı konuşulduğu bir yerde, daha önce yapılmamış bir işi sunmak da muazzam bir durum ve yolculuk. İşin detaylarına baktığımız zaman bir yıldır seyahat halinde olan çok büyük bir ekip var. Bu kişilerin bulunması, verinin toplanırken ki hassasiyetimiz önemliydi. Sadece öylesine veri toplamadık; bir bilimin parçası olabilmek için sinir bilim insanlarıyla çalışmalar geliştirdik. Kişileri bulduktan sonra duygularını araştırdık… Yani katman, katman ilerledik. Çok yorucu ve yoğun bir dönemden geçtik. Tabii bir de Art Basel gibi bir yerde sunabilme ihtimali olunca ve adı üstünde bir kişinin içsel portresini düşünmek sadece bir duvarda asılı bir resim veya bir heykel değil, gerçekten üç boyutlu olabilir mi diye düşündük. 

“Bence havalimanları dünyanın en duygusal yerlerinden biri. Dolayısıyla hep bir ‘Merhaba’ ya da ‘Hoşçakal’ anı var. Çok ağır veya çok mutlu bir şey olabilir. Bunu kanıtlayacağımıza emindik ama bunu bilime dayandırmak önemliydi.”

– Refik Anadol

Beyin sinyallerinden toplanan veriler üzerine alınan bir çalışma olması da projenin kendi janrında ciddi bir yeniliği işaret ediyor.

Rafet Fatih Özgür: Belki de bu projeyle birlikte seyahat etmenin insanların iç dünyasında neyi ifade ettiğini bilimsel olarak da açıklama fırsatımız oluştu. Bu da gerçek olacak umarım yakında.

Sağlıklı bir veri elde etmek için hikayeye konu olan insanlarla nasıl bir süreçten geçirdiniz? Hepsinin aslında farklı bir arayışı var ve farklı verileri var.

Refik Anadol: Öncelikle her katılımcı çok özel. Hepimiz gibi, her insanın özel olduğu gibi. Fakat, bizim burada yapmaya çalıştığımız şey; nasıl aynı şekilde kayıt altına alabiliriz, insanlar farklı olsa dahi… Bu çok başka bir bilimsel bakış açısı. Bunu sağlayabilmek için kişiler rahatlıkla bu 32 kanallı beyin sinyali ölçümleme cihazını giymeleri, onun dışında fizyololojik olarak kalp atışlarını -hani deriz ya tüylerim diken diken oldu, bu ölçülebilir bir şey, bir elektrik sinyali aslında – ölçümledik… Kullandığımız cihazlar tam olarak duygu değişikliklerini ölçebilen oldukça hassas mekanizmalar. Burada MIT’den çok duayen bir profesör, UCFF’den de 8 yıldır beraber çalıştığımız kendi alanında duayen bilim insanları görev aldı. Onların da iç görülerini alarak ilerledik ki yaptığımız şey sıradan bir veri toplaması olmasın. Üzerine de bu kişilerin bireysel deneyimleri üzerinden bize duygu durumlarında değişimi gösterebilecek özenle seçilen mekanlara olan yolculuğumuz başladı. Mesela yağmur ormanlarına gitmek bambaşka bir deneyim. Tamam uçak bir yere kadar gitti ama, havalimanı olmayan bir yer. Amazon’un kalbine gitmek de var işin içinde. Şunu fark ettik ki insanların kim olması, nereden olması, kaç yaşında olması hiç problem değil. Hepsinin başına aynı şekilde, aynı zihin yerlerinin aktive olabilmesini gördük. Bu bize insanların ne kadar benzer yanları olduğunu da kanıtlıyor aslında.

Eserlerinizi aslında soyuttan portreye yönlendirdiniz. Yani çıktı bir portre oldu. Bu yapay zekanın getirdiği duygusal taraf olabilir mi?

Refik Anadol: Beni bu projede en çok heyecanlandıran yerlerden bir tanesi, portre kavramı sanat dünyasında yüzyıllarca -Rönesans’tan bu yana- hep resim ile figüratif, heykel ile görselleştirilmiş kavramlar. Ama, 21’inci yüzyılda yapay zeka ve verinin olduğu bir dönemde bence portre kavramı tamamen değişti. Şu an, dünyanın en iyi sanat fuarını gezdiğimiz zaman, hala bu alanda aslında sanatçıların çok ileriye dönük bir hayalini uzun süredir görememiştik. Aslında öyle bakarsak, insan portresini gerçek anlamda yeniden yorumlamak çok keyifliydi. Daha önceki işlerimize baktığınız zaman, çoğu soyut işler. Olabildiğince soyut hislerle dolu işlerdi. Burada ilk defa mesela gerçekten renkleri, formları, İstanbul siluetini ve birçok detayı görebiliyorsunuz direkt. Bu da yenilenmek için, sanatçıların zorlu dönemlerden geçmesi de çok güzel oluyor. Bu projenin de iyi anlamda bir zorluğu vardı. Normalde, en azından sanat dünyasında nasıl yapıldığı çok paylaşılan şeyler değil. Sanatçılar gizemli kalmaktan, tekniği göstermekten çekinirler. Bu tam tersi, hangi veriyi niye topladığımızı nasıl kullandığımızı deşifre de ediyoruz. O şeffaflık, projeyle insanın duygusu ve doğasıyla pozitif bir etki de veriyor. En azından katılımcılardan bu yorumları alıyoruz.

Bir süredir verinin ve yapay zekanın demokratikleşmesi gerektiğinden söz ediyorsunuz. Sizce verinin açık kaynaklı olması neden bu kadar önemli?

Refik Anadol: Eğer açık kaynaklı olmazsa yapay zeka çok ciddi problemli olacağını düşünüyorum. Çünkü yapay zeka sıradan bir araç değil, yani daha önce insanlık tarihinde zekanın bir araç olduğunu görmedik. Bu sistemler unutmuyor, bu sistemler milisaniyeler içinde hatırlayabiliyor ve mantıkla çalışabiliyor. İnsanlık daha önce böyle bir şey ile karşılaşmadı. Eğer başımıza böyle bir şey geliyorsa ve bu sadece bir grup insan için, bir kesim insan içinse çok muhtemel problemler çıkması. Ne zamanki açık kaynaklı olursa koda ulaşmak, veriye ulaşmak, bilişime ulaşabilmek özgürleştiği zaman; o teknolojinin tehlikeleri sıfıra yaklaşıyor.

Burada da seyahat üzerinden insan beyninin belki kodunu açmaya çalışıyorsunuz, seyahat ettiğimiz zaman ne olduğumuzu ne yaşadığımızı anlamaya çalışıyorsunuz diyebilir miyiz? 

Rafet Fatih Özgür: Seyahat etmenin iç dünyamızda ne ifade ettiği; her birimiz şu an ayrı bir portresi var ve şu an ortaya çıkmayı bekliyor. Belki şu anda siz daha önce seyahat etmemiş olduğunuz bir ülkeye gittiğinizde farklı bir şey hissediyorsunuz ama bunu anlatmak ortaya çıkarmak çok kolay değil. O yüzden bu veriler sayesinde, bu sanat biçimi sayesinde bunu bir esere dönüştürme şansı yakaladık. Dediğim gibi bu aslında bir seyahate davet sadece, bu odaya girdiğiniz zaman aslında yolculuk başlıyor. Her biri eşsiz birere yolculuk.

Katılımcıları hangi kriterlere göre seçtiniz?

Rafet Fatih Özgür: Tabii bu da uzun bir süreçti. Burada önemli kahramanlarımızdan biri Refik’in çok büyük etkisi var. Amazon ormanlarındaki daha önceki deneyimi ve oradaki aile ile çalışıyor olması bizim hayatımızı çok kolaylaştırdı. Amazon’dan alıp Tokyo’ya götürmek ve orada o deneyimi yaşaması müthiş bir etki. Onun dışında her bir karakter için de ayrı ön elemeler yapıldı, kısa listeler yapıldı. Çekimlerde de sadece hikayeyi anlatma anlamında değil onun doğru veriyi karşılama anlamında da Refik ve data ekibinin de tabii ki yönlendirmeleri vardı.

Refik Anadol: Hiç seyahat etmemiş olmaları en önemli kriterdi. Böylelikle ölçümlememiz daha anlamlı olabilmesi için. Evini, şehrini hiç terk etmemiş, ilk defa yolculuğa çıkmış kişiler seçtik.

Bu projeyi gerçekleştirirken en önemli kriteriniz neydi?

Refik Anadol: Bahsetmiş olduğum veri setleri, insanların kim olması, arka planları, kültürleri yaşları, değil ama seyahatin aslında benzer duygular, benzer zihinsel aktivite olması çok heyecanlıydı. Bilmiyorum hatırlar mısınız ilk yolculuğunuzu hayatta ama ben mesela 2019 yılında İstanbul’dan Los Angeles’a taşınırken o kadar karmaşık duygular içerisindeydim ki; bir yandan üzgünüm bir yandan heyecanlıyım. Bence havalimanları dünyanın en duygusal yerlerinden biri. Dolayısıyla hep bir ‘Merhaba’ ya da ‘Hoşçakal anı var. Çok ağır veya çok mutlu bir şey olabilir. Bunu kanıtlayacağımıza emindik ama bunu bilime dayandırmak önemliydi.

Bireysel seyahat deneyiminizi etkiledi mi bu proje?

Refik Anadol: Seyahat bize belki çok basit geliyor yıllar geçtikçe ama ne kadar cesur bir şey olduğunu tekrar hatırlamak enteresandı. Cesaret isteyen bir şey aslında seyahat. İnsanı anlamak, dünyayı anlamak, dünyanın ne kadar büyük olduğunu hissetmek için başka bir yöntem yok. Bir de çok önemli bir mesaj daha verebiliriz çünkü her ne kadar yapay zeka sanatçısı ve dijital ile uğraşıyor olsam da en nihayetinde fiziksel dünya çok değerli. Mesela gittiğimiz dünya bize çok fazla zahiri gerçeklikte hayaller sunuyor, bireyselleşiyor geleceğimiz dünya. Halbuki ne kadar değerli fiziksel dünyada daha bitmemiş deneyimler, görülmemiş yerler tanışılmamış insanlar… Düşünebiliyor musunuz, aslında ne kadar fazla ihtimaller var? Her şeyin dijitalleştiği dünyada farklı kültürler ile nasıl tanışacağız? Fiziksel dünyanın değerini hatırlatıyormuş bu portreler, bugün çokça arka arkaya duyduğum yorumlar. 

“Her birimizin bir yolculuğa çıktığında iç dünyasında bir yenilik, bir farklılık var. Bu farklılığı veri ile, bu fiziksel deneyimi anlatabilir miyiz ve bir sanat eserine çevirebilir miyiz?” Aslında bir hayalle yola çıktık. Bu hayali; paylaşabileceğimiz en doğru kişiye teslim etmek gerekirdi, Refik de hayali paylaşmaktan öte bambaşka bir boyuta taşıdı.”

– Rafet Fatih Özgür

İşlerinizde çokça kullandığınız yaklaşımların başında birbirine tezat dünyaları bir araya getirmek ya da geçmişe dönük kültürel birikimlerden faydalanmak var. Bu eserin de kendi içinde bir yolculuğu olacak, sonrasında bunu versiyonlarla geliştirmek gibi bir fikir var mı? “Inner Portrait” için nasıl bir yolculuk planlıyorsunuz?

Refik Anadol: Art Basel’deki ilk gösterimimizde çok pozitif bir şekilde karşılandık, yorumlar oldukça tatmin edici. Tabii ki, bir marka iş birliği olarak Türk Havayolları’nın Art Basel’de bir Türk sanatçı ile ses getirebilmesi bambaşka bir başlık. Bir yandan da sanat dünyası enteresan bir şekilde dijital sanata karşı bir kör nokta yaratmıştı, onu da kırıyor bu iş aslında. Çok pozitif etkisi olduğunu şu 48 saatte ölçümledik. İş birliği açısından Art Basel’de olmak, yeni bir şey söyleyebilmek, anlaşabilmek… Bu da apayrı bir başlık. 

Yapay zeka ve veri biliminin sanata nasıl bir katkı sağladığını düşünüyorsunuz? 

Refik Anadol: Sanata katkısı sorgulanıyor şu anda. İlk defa unutmayan makineler, düşünen sistemler ortaya çıkıyor. Kolay bir şey değil kavrayabilmek için. Ben 8 yıldır yapay zeka kullanıyorum ve her zaman aklımın bir ötesine geçiren, aklımın bir eklentisi gibi düşündüm bu methodu. Unutmayan, eğitilebilen, rüya görebilen bir fırça gibi düşünüyorum. Dolayısıyla limitleri olmayan, sınırları olmayan, fiziksel dünyanın sıkıntıları olmayan, yerçekimi ile derdi olmayan bambaşka bir düşünce sistemi. Birçok sanatçı için “Gerçeklik ötesinde ne var?” sorusunu çokça sorduruyor, onu araştırmak ve örgün görebilme için harika bir fırsat. Her zaman hayatımda olumlu olanı bulmanın olumsuzu bulmaktan çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Bence insanlığın tamamen değiştiği bir dönemde yaşıyoruz. Şöyle düşünüyordum, bir insan olarak doğduğumdan beri; mesela internetin ortaya çıkışı web1, web2, web3, yapay zeka, kuantum bilişim hepsi bu yaşam alanında oldu, bu 38 yılda oldu. Başka ne yansıtabilir ki bir sanatçı yaşam alanında? Yeni başlayan sanatçılar için yapay zeka daha enteresan geliyordur, kuvvetli muhtemel. Çünkü insan dili artık koda dönüştü. Kimse kod yazmayı bilmesine gerek olmadan bir makinaya istediğini yaptırabilecek hale geliyoruz. Umarım herkese eşit miktarda yayılır, herkese eşit miktarda ulaşabilir. Böylelikle dengesizlik oluşmaz.

Bu işin bir seyahat planı olacakmı?

Rafet Fatih Özgür: Türk Hava Yolları dünyanın en önemli platformlarından biri ve bu anlamda bu hikayenin taşıyabileceği birçok yer olduğuna inanıyoruz. Burada sanat dünyasında öncü birçok platformla konuşma, tanışma fırsatımız oldu ve biz anlatmadan onlar o heyecanı bize yansıttılar. Tahmin ediyorum ki farklı kıtalarda da bu eseri görüyor olacaksınız. Devamında da bu projenin belki yeni ayakları da ortaya çıkmış olur. Miami’de bekleyin, belki özel bir şey olabilir.

Interview by Duygu Bengi

Author: TUNGA YANKI TAN

RELATED POSTS