Subconscious w/ Cem Yılmaz

UnframedOctober 15, 2023
Subconscious w/ Cem Yılmaz

Cem Yılmaz evrenindeyiz; burası gerçek dünyadan koptuğunuzu sansanız da onu en derinlerde yaşadığınız bir alan. Tüm kusurları rahatsız olmadan gördüğünüz; kendinizdeki kapalı taraflarla yüzleştiğiniz ve dış dünyadan koparken onunla yeniden barıştığınız alternatif bir gerçeklik sunuyor. Bilinçaltımıza yerleşen tüm duyguların alışık olmadığımız bir dilden yüksek sesle duyulması beynimizde bir bağımlılık etkisi yaratıyor olsa ki bu evrene bir kez adım attığınızda kopmak pek mümkün olmuyor.

Cem Yılmaz’ı tanıdıkça sanatıyla uzun süredir hayatımızda olan insanların hangi yollardan geçip, burada olduğunu unuttuğumuz fikri iyice zihnime yerleşiyor. Ya da üretmenin farklı formları olduğunu es geçtiğimizi. Çizerek başladığı hikaye anlatıcılığını bugün film yaparak; bazen sahnede hikayeler anlatarak bazen de AI generated işler yaratarak devam ettiren Cem Yılmaz için aslolan yaratmak. “Herkesin eş yeteneğe sahip olarak doğduğu ama üzerine gidilmediği için bunların zamanla kaybedilen yeteneklere dönüştüğü” gibi çok da naif bir yerden ele aldığı bu mesele onun hayatının en büyük gerçekliği. İçindeki çok yönlü sanat duygusunun en büyük oyun alanı olan film ve dizi çalışmalarında; yazarlık, yönetmenlik, yapımcılık ve oyunculuk gibi birçok kimliği üstlenirken hikaye anlatıcılığını; her detayı düşünülen kusursuz bir evrenle tamamlıyor. Karakomik Filmler: 2 Arada ile hayatımıza giren Ayzek’in hikayesine odaklanan “Do not Disturb” filmi Cem Yılmaz’ın ilk Netflix filmi. “Kendi hayatının kahramanı olmak için ne bekliyorsun? Kendine şöyle yukarıdan bir bak. Ne kadarsın?” ve benzeri birçok kişisel gelişim cümlesinin etrafında şekillenen film; bir otelde bir araya gelen birbirinden çok farklı ama bir o kadar da aynı beş karakterin bir gecesine sahne oluyor.

“Herkesin üzerine fikir yürüteceği bir duygu yaratmanın peşindeyim ben.” diyen Cem Yılmaz ile filmin başrol oyuncuları; Ahsen Eroğlu, Celal Kadri Kınoğlu, Özge Özberk, Bülent Şakrak, Nilperi Şahinkaya’yla buluşuyoruz. Şimdi sizi Cem Yılmaz sinematografisine biraz daha yakından bakmaya davet ediyoruz! Burada her şey mümkün.

Do not Disturb filmindeki çalışma sürecinizden bahseder misiniz?

Cem Yılmaz: Şu an anlattığım yöntem, komedi filmleri için de aynı, dramlar için de aynıdır. Bu film, oyuncu sayısı az olduğu için çok rahat geçen bir filmdi. Her şey dekor ve mekanlara dayalıydı, farklı mekanlara geçiş gerektiren bir senaryoya sahip değildi. Tüm dekorların bize ait olmasının bir avantajı elbette var. Otelin içine geldiğinizde hemen çekime başlayabilirsiniz, çünkü herkes kronolojik olarak işe başlamaya hazır haldeler. Belki bir veya iki kez şaşmışızdır, ancak bu genellikle gece saat 02:00 gibi çekimler yaptığımız için olmuştur.

Yaşlanıyorum. Mesela saçlarım daha beyazladı. Filmdeki “Dişler ne olacak?” bir şaka değil, gerçek bir sorun olarak ele alındı, düzeltiliyor. “Kusur” meselesi şimdi aslında bu kadar çirkin bir karakteri oynamak… Şu anda benim bir yakışıklı olma kaygım yok, ama daha çirkin görünmeye çalıştım. Gerçek hayatta bu karakterden daha iyi görünüyor muyum? Belki görünüyorumdur. Ancak senelerdir, kendim gibi göründüğüm hiçbir filmim yok. Daha fitim, daha sağlıklıyım gibi şeyler var ama filmlerde böyle görünmüyorum.

Sinema, çizerlik, hikaye anlatıcılığı hatta müzik. Sanatın pek çok kolunda üretim yapmanız hakkında eleştirilere maruz kalıyorsunuz siz bu durumu; “herkesin eş yeteneğe sahip olarak doğduğu ama üzerine gidilmediği için bunların zamanla kaybedilen yeteneklere dönüştüğü” gibi çok da naif bir yerden ele alıp anlatmışsınız bir röportajınızda. Siz içinizdeki bu çok yönlü sanat duygusunu canlı tutmayı nasıl başardınız?

Cem Yılmaz: Tüm bunların içinde sanat kısmını ayrı tutalım çünkü sanat herkesin kolaylıkla alaya alabileceği bir şey. Soyut bir şey olduğu için bu böyle ölçülebilir bir şey değil. Ben mesela hiçbir zaman iyi bir karikatürist olamadım. Ben ortalama bir çizerim. İyi bir çizer olmak için çok daha fazla antrenman gerekiyor. Ben o mesaiyi harcamadığım için iyi bir çizer olamadım. Sahnede tek başına komiklik yapmakla çok vakit harcadım ama işte o konuda çok iyiyim. Sinemada senaristlik ile ilgili hasbelkader biraz vakit ayırıyorum ve gitgide daha iyi yazdığımı düşünüyorum. Yoksa müzik de benim hobim. Bir duygum var içimde ama craft olarak müzikte çok iyi değilim.

Multi-enstrümanist biri adamla aynı kişi değilim. O da benimle aynı kişi değil, neticede bunlarla ilgili düşüncem, multi-disipliner olmak içten gelen bir şey. Yani, çocukluktan beri kendini afişte Cem Yılmaz’ın yazdığını gördüğün için kafanda olaylar bu noktaya geliyor. Geçen gün biz burada bir make-up testi yapıyorduk. Ben kızlara bir iki isim, bir iki teknik, bir iki boya falan söyledim çok şaşırdılar. Merakımla birlikte bunların hepsinin harman olduğu yerde sinema, tasarım, renk, boya, ışık gibi tüm elementlerden bilgim olmaya başladı.

“Hayatın içinde garip garip belki hiç kimsenin üzerine film yapmayacağı adamlar ve kadınlarla ilgili filmlerimiz var. Eskiden olsa sayardım ancak şimdi, hepsinin aslında ortak bir yönü var. O da izlerken her şeyi blurlarsanız “Bunu, bunlar yapmıştır.” diyecekleri bir kalıp ortaya çıkıyor filmlerde. Zira, bu da tercih edilen bir konu; prodüksiyon, müzikler, kostümler, renk itibariyle hayat buluyor. Ben Türkiye’de bir komedi filminde bu kadar bir şeylere özenildiğini de hiç görmüyorum. Göremediğimiz noktada da benim farklılığım ortaya çıkıyor. Bir dezavantajımız şu çok kalabalık bir kitle ilgileniyor bizim işlerle. Mesela bu filmle ilgili şöyle bir şey duymama yol açıyor. “Ayzek’i izledim. Hiç komik değil.” Ayzek ama zaten onun üzerine kurulu bir film de değil.”

-Cem Yılmaz

Karikatür çizmeye başlama hikayem de tesadüfi bir şekilde, çocukken hoşuma gitmesiyle başladı. 22 yaşındayken bu ilgi tekrar ortaya çıkarak beni çocukluğumun o dönemlerine geri götürdü. Stand-up komedyen olmaya başlamadan önce, bir stand-up izleyicisi olmamamın nedeni, Türkiye’de bu tür bir şeyin o dönemde bulunmamasıydı. Stand-up’a olan ilgim arttıkça, karikatür çizmeyi bir kenara bırakmaya başladım. Şu an itibariyle 28 yıldır sahnede performans sergiliyorum. Arada bir, belki de üç sene gibi boşluklarım olmuş olabilir, ancak kendimi bu alanda geliştirdim ve iyi olduğumu biliyorum, çünkü bu alanda çalıştım.

Filmlerinizi hiç izlememiş birisine; Cem Yılmaz sinematografisini nasıl anlatırsınız?

Cem Yılmaz: Bir çizgi filme benzer bir de hayatın içinde garip garip belki hiç kimsenin üzerine film yapmayacağı adamlar ve kadınlarla ilgili filmlerimiz var. Eskiden olsa sayardım ancak şimdi, hepsinin aslında ortak bir yönü var. O da izlerken her şeyi blurlarsanız “Bunu, bunlar yapmıştır.” diyecekleri bir kalıp ortaya çıkıyor filmlerde. Zira, bu da tercih edilen bir konu; prodüksiyon, müzikler, kostümler, renk itibariyle hayat buluyor. Ben Türkiye’de bir komedi filminde bu kadar bir şeylere özenildiğini de hiç görmüyorum. Göremediğimiz noktada da benim farklılığım ortaya çıkıyor.ş Bir dezavantajımız şu çok kalabalık bir kitle ilgileniyor bizim işlerle. Mesela bu filmle ilgili şöyle bir şey duymama yol açıyor. “Ayzek’i izledim. Hiç komik değil.” Ayzek ama zaten onun üzerine kurulu bir film de değil.

Karakomik Filmler: 2 Arada ile hayatımıza giren Ayzek’e özgü bir film yapma fikri en baştan beri var mıydı? Yoksa filmde de olduğu gibi bu fikir pandemi süreciyle mi ortaya çıktı?

Cem Yılmaz: 15-16 sene evvel düşünmüştüm. 2000’lerin başındaydık ve feribotta bir garson olarak düşünüyordum Ayzek’i. Orada yatıp kalktığını hayal ediyordum. Feribotta başına bir şey geliyor oraya film çekmeye geliyorlar. O dönem uzun metraj filme çevrilmediği ve film de henüz olgunlaşmadığı için olmamıştı. Ersan bittikten sonra buna bir de pandemi sonrası geçen uzun bir öykü yazmak istedim. Düşündük taşındık dedik ki ya şimdi karakterleri maskeli mi yapalım diye. O da illa pandemide geçmesi konusunda zorlama gibi oluyordu. Bu yüzden, tam böyle artık son dönemlerindeki insanların bazılarının maske taktığı bazılarının maske takmadığı bir evreye denk getirdik ama gerçekten film ekibi maske takmışlardı.

“Kendi hayatının kahramanı olmak için ne bekliyorsun? Kendine şöyle yukarıdan bir bak. Ne kadarsın?” ve benzeri birçok kişisel gelişim cümlesinin etrafında şekilleniyor Metin’in hikayesi. Günümüzde bireylerin bu tarz motivasyonel sözler, karakterler bulup dış dünyayla uyumlanma çabası oldukça yaygın bir davranış biçimine dönüştü. Bu konu üzerine ne söylemek istersiniz?

Cem Yılmaz: Hayattan kaçmakla ilgili olduğu o kadar belli ki bu tarz inanışların sebebi. Bir sürü kaçış noktaları var. Bunlar alaya alınmaz olur mu? Bunlar bazen hayata mal oluyor. Onun için bunu bu kadar yıldır görüp de bununla alay etmemek mümkün değil.

“Herkes terapist.”

Hakikaten öyle. Geçen haftanın delisi bu haftanın akıl vereni olur. Yani mesela iki ay iki hafta pilates yapıp pilates eğitimi vermek gibi. Bu film böyle şeyleri tedavi etmeye çalışmıyor ama en azından belki birilerine bir sorumluluk hissi uyandırır. Bu güruh her iki uçta da var. Evde oturan Ayzek de bu Planet Area’daki etkiden bahsediyor bir yandan iki üniversite bitirmiş biri de bundan bahsediyor. Gerçeklerle ilgilenelim birazcık.

“Do Not Disturb” diğer diğer Cem Yılmaz filmlerine göre daha dramatik bir tona sahip. Bu filmdeki görsel referansları oluştururken nasıl bir çalışma süreciniz oldu?

Cem Yılmaz: Komedi, dram gibi bir şey. Bir filmde iyi senaryo, iyi bir topluluk ya da iyi bir öykü şu özellikleri taşımalıdır; bütün komedi unsurlarını kaldırdığın zaman da dramatik olarak işliyor mu? Benim bazı filmlerde komedi unsurlarınıi bile isteye bir amaç uğruna azaltmamın sebebi o; dram alanında da bir hüner kazanmak. Reaksiyonları değiştirirsen, nerede insanların güldüğünü incelerseniz örneğin, Ayzek diyor ki “Bizi birbirine yakıştıranlar bence kafayı yemiş.” arkasından “Bence de.” demezsen kıkırdanmaz.

Hiç komik olmayan bir film yapma arzusu da insanı kaşıyor bazen ama günün sonunda insanın eli gitmiyor. Birazcık komedi yazma eğiliminde oluyor insan. Hiç komik olmayan film yapma arzusundayım. Hatta, komedyenlerle birlikte yapmak istiyorum. Komedyenler daha hünerli oluyor bu işlerde çünkü.

Celal Kadri Kınoğlu: Bu absürt denen türün kendine özgü avantajları var. Baştan sona kıkırdar seyirci, ancak metinde doğrudan komik bir şey yoktur. Bu, metni anlamanın getirdiği bir bilinçle, saçmalığın yarattığı zevk ve hoşnutluktan kaynaklanan bir tepki oluşturur. “Kardeşlerim” filminde de bu özgün durumlar vardır. Ciddi bir konuyu saçmalığa dönüştürdüğümüzde güleriz. Bu tür için uygun bir sezgi gereklidir. Aynı metni bir öğrenciye verirseniz, belki de anlamaz. Ne kadar çok şeyi anlayabilirseniz, o kadar iyi oyuncu olabilirsiniz. O yüzden sonu yok; imkansızla uğraşıyoruz. Kendinden ne kadar uzak olursa, o kadar çok zevk alıyorsun oyunculukta.

“Herkesin üzerine fikir yürüteceği bir duygu yaratmanın peşindeyim ben. diyorsunuz; üretim süreciniz hala bu fikrin peşinden mi gidiyor?

Cem Yılmaz: Çok zor, çok keyifli. Bu iş şahsi. Bu iş çok şahsi; ama kalabalık bununla ilgilensin ve onaylasın istiyorsun. Bu ayıp bir şey değil ki onaylasın derken. Film de bu fikir üzerine. “Kendini merkeze koy, kendini affet.” belki işe yaramazın tekiyim, neden kendimi merkeze koyuyorum? Bu fikirden dolayı bu film yapılıyor. Herkes kendini çok önemsediği için. Kendilerine bir tane kurban seçiyorlar; “Şu var ya kendini çok önemsiyor.” diyor. Mesela bu film, halbuki film kendini önemseyenlerle dalga geçiyor. En karton filmler bile bir şey söylüyor olması için yapılıyor. Yoksa yalnızca hani güldürürken düşündüreceğim derdinde değilim ama güldürürken bir yandan bir şeyler de söylüyor olması lazım. Bir bakış açısı olmadan komedi olur mu?
 

Metin’e ilham olan Peri Sözler’in ilhamı nereden geliyor? Sosyal medya üzerinde gün geçtikçe ivme kazanan bu akım hakkında ne düşünüyorsunuz? Instagram’a her girdiğimizde benzerleri karşımıza çıkan bu hesaplara rastladığınızda sizin tepkiniz ne oluyor? 

Cem Yılmaz: Bu, bizim gençliğimizde olan bir şeydi. Bu konular zaten yeterince alay konusu olmuştu. Bu trendler zamanla sona erdi, şimdi ise üçüncü jenerasyon geri dönüşler yaşanıyor gibi görünüyor. Bu nedenle bu durum biraz ironik; bu eğilimlerin geri dönmesi ilginç bir durum. Bu işler biteli yıllar oluyor. Evde tütsü yakma, şalvar giymek, kolyeler takmak onlar 90’larda bitmişti. Hatta, bunlar yeterince alaya da alındı çok fazla insan tarafından ama come-back yapıyor şimdi. 80’lerin sound’u veya tavşan yaka gömlek gibi bir şey come-back yapsa ne zararı olabilir? Ancak Teoman belki tekrar giyer o gümleklerden. Bu tarz zararı olmayan şeyler trend olarak geri gelse bizi o kadar yaralamaz ama sen şöylesin, böylesin herkes geliyor, oradan Merkür geri gidiyor gibi şeyler çok zararlı. Merkür’den sana ne?

Filmin casting sürecinden bahseder misiniz? Bu filmdeki herkesin rolü ile kusursuzca bütünleştiğini düşünüyorum. Siz bir filme başladığınızda oyuncu seçim süreciniz nasıl ilerliyor?

Cem Yılmaz: Şimdi kadro ile ilgili Nilperi’den başlarsak; mesela Nilperi, Ayzek henüz taslak halindeyken anlattım ona. Böyle sosyal medya bilirkişileri, kişisel gelişim gurularına Ayzek karakteri takılıyor oradan uçuyor, gidiyor diye anlattım. Sonra Ahsen ile daha önce çalışmadım mesela. Celal Kadri ile hiç çalışmadım. Uzaktan 30 senedir tanıyorum elbette ama hiçbir araya gelmemiştik. Onları hayal ettim ve koydum yerlerine. Bülent ile zaten tanışıyorum bu yüzden ona uygun olduğunu düşünerek başladım ben yazmaya. Biz şöyle bir yöntem uyguluyoruz yazarken. Kadroda olan oyuncular biliyorlar ne minvalde bir öykünün içinde olacaklarını ama diyalog, sahne ne olacak bilmiyorlar.

“Ne kadar çok şeyi anlayabilirseniz, o kadar iyi oyuncu olabilirsiniz. O yüzden sonu yok; imkansızla uğraşıyoruz. Kendinden ne kadar uzak olursa, o kadar çok zevk alıyorsun oyunculukta.”

-Celal Kadri Kınoğlu

Birlikte üretmenin bu kadar arkasında duran ve ekibine bu kadar sahip çıkan bir yazar, yönetmen, yapımcı ve oyuncu olarak; ekip seçimlerinde veya kendisine filmlerde biçtiği rollerde bu kadar eleştiriliyor olmak film yapımı süreçlerindeki görevlerinizi bir yana bırakalım, bireysel olarak sizi ne oranda etkiliyor, bu eleştiriler yaratım sürecinizi etkiliyor mu?

Cem Yılmaz: Ben ne yapabiliyorsam onu yapabiliyorum. İnsanların kabiliyetlerinin sınırı da var tabii ki. Memleketin şartları, sektörün şartları ortada. En iyi şartları zorlayarak yapıyoruz ama neyi yapıyoruz? Bu kadar insan bir araya gelip benim yazdığım bir filmi oynuyoruz ama benim yazdıklarımın da bir sınırı var. Yaptığım işin çok boş olduğunu düşünmüyorum ve gereğinden fazla da yükseltiyorum ama başka örnekleri yok bizim yaptığımız işin. Başarılı olan; bu alanlara dahil olan insanlar arasından çıktığını biliyorum ve bunu örnek alıyorum. Herkes yönetmenlik yapabilir ama bir film yapmak isteyen insan her yerinde olmaz. Yerlerde sürünmesi lazım.

Yazıp, yönetip, yapımcılığını üstlendiğiniz bir hikayede oynamak nasıl bir sorumluluk getiriyor?

Cem Yılmaz: Hepsi bir arada olmadığı için zorlanmıyorum. Her şeyi çok güzel bir takvime böldüğün zaman bu bütün prodüksiyon, hazırlık ve çekim kısımları kolayca ilerliyor. Baktığınız zaman sekiz haftalık bir sürede film çekiliyor. O yüzden, ön hazırlık esasen çok önemli. Ön hazırlıkta herkes işi bitirmiş oluyor. Bunlar hallolduktan sonra öyle düşünen taşınan, onun stresiyle eve giden bir yönetmene dönüşmediğim için burası fıstık gibi geçiyor. Yardımcı yönetmen Murat Dündar ile biz işi bitirdikten sonra işin execution’ını yapıyoruz. Oyuncuyla, kamera departmanıyla, ışık departmanıyla, makyajla, kostümle, dekorla bir tartışma konusu ekip içinde burada ancak birinin daha iyisini yapmak istemesiyle ortaya çıkabilir. Negatif bir şey olamaz. Burada şimdi kendimizce iyiyiz ya bunun daha kötüye gitme ihtimali yok. Ancak şöyle şeyler olabilir, yağmur yağdı, bulut geldi, sette yangın çıktı… Yoksa kreatif anlamda sette tartışma olmuyor. Bu bizim için must. Böyle alışmışız. 25 senedir 300 kişilik sete çıkıyorsun. Bu böyle 10 kişiyle film çekmeye benzemez. Gardrobuna gidersin örneğin herkesin ne giyeceği, ne makyaj yapılacağı önceden karar verilmiş oluyor. Her şey bittikten sonra üç beş kişi kalıyor çünkü post prodüksiyon var. Hatta, müziğin bir bölümüne de bakıyoruz birlikte çünkü iki tane track de yaptım ben. Baktığımızda bunların hepsi ayrı ayrı işler. Takvimleri de başka. Dolayısıyla iç içe değiller.

Senaryoyu ilk okuduğunuz ana dönelim, ne hissetmiştiniz; film hakkındaki, karakteriniz hakkındaki ilk izlenimizini paylaşır mısınız? Ön hazırlık süreci bu kadar sıkı olan bir filmde çalışmak; oyunculuğunuzu nasıl etkiliyor?

Bülent Şakrak: Oyuncu açısından acayip konforlu bir şey. Sete hazır çıkmadığımız hiç olmadı. En başından itibaren herkes hazırlanıyor. Bu yüzden, senin çok konforlu, güvende ve özgür hissettiğin bir alan haline geliyor.

Nilperi Şahinkaya: Cem’le çalışırken önce benim karakterime bir tavır belirliyoruz. Tavrı nasıl olur, nasıl konuşur, nasıl hareket eder, nasıl tonlar olur. Bunlar çıktığı için her şey kolayca ilerliyor. Kostümde Baran Uğurlu var ve o da mükemmel stylingler ve kostümler hazırlıyor. Onları gördükten sonra karakterin tavrı da kolayca yakalanıyor. Tavır ve kostümle birlikte o karakter kafanızda oluşuyor ve ondan sonrası zaten akıyor, gidiyor, çok kolay. Bu Cem’in setine özel bir durum.

Özge Özberk: Benim için çok farklıydı. İlk defa yaptığım şeyden milat gibi bir şey. Peruk, gözlük ve önlük tavrını belirliyor bir anda. Giydiğin ve gördüğün şey senin karakterini oluşturuyor. Karaktere girme safhası zaten ortadan kalkıyor. Cümleler de yabancı gelmiyor çünkü sen zaten o kadınsın.

Bu filme nasıl bir zaman diliminde hazırlandınız?

Cem Yılmaz: Hep konuşulan bir konu olarak üç ay civarında konuştuk.

Celal Kadri Kınoğlu: Oyuncunun mutluluğu, yönetmenin istediği şeyi anlamasıdır. Eğer yaratıcı bir yönetmen ise, bazen oyuncu ne yaptığının tam olarak farkında olmayabilir, ancak harika bir performans sergileyebilir. Yönetmen, bu yeni fikirle ilerlemeyi düşünmelidir. Özellikle bir yazar aynı zamanda yönetmense, gözlerin yanılmadığı ve neyin kafasında olduğunu anladığı bir yerdeyiz demektir. İçlerindeki vizyonu hayata geçirirler. Hepimiz aynı şeyi amaçlıyoruz, aynı şeyi istiyoruz ve bu sürecin keyfini çıkarıyoruz, ancak “oynama anı” dediğimiz şey, ne yapacağımızı tam olarak bilmediğimiz bir zevki içeriyor. İşte mesleğin güzelliği burada gizli. Bu bağlamda, iletişim oyuncular arasında tabii ki önemlidir, ancak aynı zamanda yönetmenin bizimle oynaması büyük bir şanstır.

Nilperi Şahinkaya: Bazen de bir handikap.

Cem Yılmaz: Dezavantajdır bölümünü anlatacağım. Şöyle bir dezavantajı var, kendi yönettiğin bir şey var ortada ama komedi oynadığın için perukla ve acayip bir gömlekle reji veremez hale geliyorsun.

Nilperi Şahinkaya: Ayzek iç çamaşırıyla kalıyor sahnede sonra Cem monitöre çıkıyor. Cem’e bir bakıyorsun hala iç çamaşırıyla yönetiyor. Oyun veriyor sana “Burada böyle yap.” diye.

Celal Kadri Kınoğlu: Buraya gelince benim bayıldığım şey monotonluktur. Her gün aynı insanları görüyorsun. Hayatta ertesi gün aynı saatte aynı şeyin olmasını ben çok severim. Müthiş bir şey. Birisi ne içtiğimizi ne düşündüğümüzü biliyor. Yani siz çok emin ellerde olduğunuzu biliyorsunuz gerisi için zaten Acıbadem’de çok iyi doktorlarımız var.

“Bu iş çok şahsi; ama kalabalık bununla ilgilensin ve onaylasın istiyorsun. Bu ayıp bir şey değil ki onaylasın derken. Film de bu fikir üzerine. “Kendini merkeze koy, kendini affet.” belki işe yaramazın tekiyim, neden kendimi merkeze koyuyorum? Bu fikirden dolayı bu film yapılıyor. Herkes kendini çok önemsediği için. Kendilerine bir tane kurban seçiyorlar; “Şu var ya kendini çok önemsiyor.” diyor. Mesela bu film, halbuki film kendini önemseyenlerle dalga geçiyor. En karton filmler bile bir şey söylüyor olması için yapılıyor. Yoksa yalnızca hani güldürürken düşündüreceğim derdinde değilim ama güldürürken bir yandan bir şeyler de söylüyor olması lazım. Bir bakış açısı olmadan komedi olur mu?”

-Cem Yılmaz

Do not Disturb’u neden izlemeliyiz?

Bülent Şakrak: Çok samimi ve gerçek bir iş olduğunu düşünüyorum. Son bitmiş haliyle iki kere üst üste izledim. Dolayısıyla, kendi kişisel kariyerimle ilgili olarak bugüne kadar içinde olduğum en gerçek iş. Özellikle de bu çağda bu karakterlerin her biri gerçekten var. Bu çağda çok iyi oynandığını, öykü de dahil olmak üzere her şeyiyle bu kadar gerçek olduğu acayip bir iş olduğunu düşünüyorum. Herkes aynı fikirde olacak. Çok garip bir his bu, biraz yüksek bir yerden konuşuyorum belki ama tüm samimiyetimle böyle düşünüyorum. Hissettiğim şey net olarak bu çok acayip bir iş oluyor.

Ahsen Eroğlu: Bence birçok duygu yaşayacak seyirci. Oturup gülmek için izliyorsa bile ağlayacak, gülecek, düşünecek, soracak… Birçok duyguyu aynı anda yaşayacağı bir film.

Bülent Şakrak: Ayzek bence çok şahsına münhasır karakter.

Celal Kadri Kınoğlu: İleride böyle adamakıllı bir üniversitede psikoloji, sosyoloji, felsefe okuyacak birisi burada tartışılan kavramlar, buradaki sosyal sınıflar, farklı insanlar, birbirini anlayamamak, başka türlü yerlerden gelmek, hepsi acı çekiyorlar ama başka bir anlamda konuşuyorlar uyumsuzluk, dil ve anlam ilişkilerini inceleyecek. “Sevilmek mi yoksa anlaşılmak mı?” Karakterlerin hepsi kendi açısından konuşuyor. Hepsi hayal kırıklığına uğramışlar özünde. Son derece tuhaf bir insan var ortada ama ne onun o sevgiyi görecek kadar kişi çevresinde, ne de o kendisini doğru anlatabilecek birikime sahip.

Nilperi Şahinkaya : Ayzek de film boyunca bir çatışma yaşıyor ve onu sorguluyor. Çünkü mesela film Peri karakterinin “Kendi hayatının kahramanı olmak için ne bekliyorsun?” cümlesiyle başlıyor ve bu soru bütün insanlığı delirtmiş olan bir soru, çünkü biz hayallerimizin gerçekleşeceğini ve mükemmel bir hayatımız olabileceğine inanıyoruz ve bunun için çabaladıkça bazen gitgide deliriyoruz. Halbuki hayatın gerçekleri var. Buradaki bütün kusurlu karakterler ve o kusurlu Ayzek ve o dünya gibi ve gerçek olan o aslında Ayzek de film boyunca işte onun çatışmasını yaşayıp sonunda bir cevaba ulaşıyor kendi içinde ve bu aslında hepimizin kendi kendine sorguladığı bir şey. Oradan da bağ kuracağız bence.

Interview by Duygu Bengi

Author: Based Istanbul

RELATED POSTS