İyi bir küratör, iyi bir sanat eseri kadar değerli bir taştır. Bu şehrin sanat alanındaki çeşitliliği artıyor olsa da, zevklere dair öğrenecek çok şeyimiz var. Ve bununla beraber, bunu yaratacak iyi bir küratöre… Suela J. Cennet zihnine hayran kaldığımız bilgili bir kadın: geçmişin, bugünün ve geleceğin sanat dünyasına dair baskın bir anlayış.
İstanbul ve Türkiye’deki sahnenin uluslararası düzeyde bir rolü olması gerektiğinin ateşli bir savunucusuyum. Ancak böyle bir merkez haline gelmek için dünyanın geri kalanıyla bağlarını güçlendirmeli ve çoğaltmalı; sadece sanatçı ihraç ederek değil, aynı zamanda ülke içinde sanat için istikrarlı bir zemin oluşturarak. Bildiğiniz gibi, Türkiye’de çağdaş sanat için herhangi bir kamu siyaseti yok, dolayısıyla ekonomik modeli anglosakson, Alman veya Fransızlardan çok farklı.
Son iki yılda, Paris ve İstanbul’daki ofislerimde danışma enstitüleri arasındaki bağları güçlendirmek, yabancı koleksiyonlardaki Türk sanatçıları tanıtmak, değişim programları ve projeler geliştirmek ve başarılı galerilerle İstanbul için gelecekte yapılabilecek yerleştirmelerin olasılıkları üzerine çalışıyorum.
Benim, özellikle kariyerimin gidişatını belirlememiş olan, ancak bir çok konuda faydalı olan ilginç bir sanat geçmişim var. Önce Siyaset Bilimi ve Felsefe okudum (Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi’de çift yüksek lisans anadalı), ardından Sciences Po Paris’te Kültürel Yönetim üzerine Kamu Yönetimi yüksek lisansı yaptım ve Ecole Nationale des Beaux Arts’da Sanat Tarihi okudum. Bu çoklu eğitim benim çalışma metodolojimi, uzmanlığımı ve bu işin gerektirdiği ağ kurma becerilerimi etkiledi. Şunu söyleyebilirim ki hatırlanması gereken ana öğreti entellektüel merakın mümkün olduğunca geniş tutulmasıdır.
Küratörler sanat dünyasını yöneten ana bağlantılar haline geldi. Bunu 60’larda ilk kez bir iş olarak yapan İsviçreli küratör Haral Szeeman’dan beri, küratörlerin görünürlüğü ve önemi arttı. Elbette küratörler sanat eserlerinin kılavuzudur, bunlar monografik olsa da olmasa da. Onlar bu bir araya getirdikleri işlere farklı bir okuma veya bakış açısı kazandırarak sanat üzerindeki söylemi üretirler. Ama iyi bir küratör olmak için, birisi hem çok iyi organizasyon becerisine sahip olmalı hem de elbette uzmanlıkla esere pragmatik yanıtlar verebilmeli. Bugünlerde, küratörler sadece makale yazan entellektüeller olamaz: iyi küratörler sanatçılarla beraber materyali göz önünde bulundurarak, proje yöneticisi olmanın yanı sıra teorileri ve sanat tarihini tartışabilmeli. Benim için bu tamamlayıcılık, başarılı bir diyalog için cok gerekli.
Son on yılda (bir galeri yöneticisi olarak da) harika sanatçılarla muhteşem tanışmalar yaşayacak kadar şanslıydım ve yaptığım iş hakkında tutkulu olduğum için her zaman ileri düzeyde programlar oluşturmak istedim. Bence İstanbul bunun için şu an tam doğru zaman ve doğru yer. İnsanların ilgisi sürekli büyüyor, sanat dünyasına dair bilgi ve anlayışları yurtdışı gezilerine bağlı olarak artıyor ve bir çok koleksiyoner de koleksiyon yaratmanın menfaatini anlamış durumda.
İstanbul’un tarihi bir alanında, Haliç üzerindeki Balat’da bana “işte bu” dedirten müthiş bir eski jeneratör fabrikası buldum. Ocak ayında bir açılış yapmayı planlıyorum ve modern bir programla hem varolan hem de yeni gelişmekte olan uluslararası ve Türk sanatçıları sunacağım.
2016 galerinin açılışıyla beraber çok yoğun bir yıl olacak. Mekan odaklı çalışabilmek için galerideki bazı sanatçıları Türkiye’de kalmaya davet ettim. Bazıları burada müzelerde araştırma yapacak, yerel üreticilerle çalışacak vs… Yerel ekonomiye bu azimli projeyi dahil edebilmek ve yabancıların sergilerini Türkiye bağlamında düşünmelerini ve yaratmalarını sağlamak çok heyecan verici.
Gilles Fuchs’la alakalı olarak; kendisi 1994’te Fransa’da çağdaş sanatı tanıtmak adına kurduğu ADIAF’ın elçisi oldu. ADIAF’ın Pompidou Museum ile işbirligi ile ünlü girişim Marcel Duchamp Prize, yaratıldığı günden beri büyük bir başarı gösterdi. Bir platformu oluşturmayı ve önümüzdeki iki yıl içerisinde Istanbul ile değiş tokuş yapmayı düşünüyoruz.
Şöyle söyleyebilirim ki yerel altyapı sanat eserlerinin düzgün dolaşımına pek yardımcı olmuyor, bu da projeler üzerinde çalışmayı zorlaştırıyor.
Diğer sorun ise müze ve enstitülerin azlığı. Şehrin büyüklüğüne oranla durum bugünün yaratımlarıyla geniş spektrumlar oluşturmaya izin vermiyor. Sadece bir anlık bakış edinebiliyoruz, ne olursa olsun buna minnetarız. Ama neden bu durumla yetinelim ki?
“Şunu söyleyebilirim ki hatırlanması gereken ana öğreti entellektüel merakın mümkün olduğunca geniş tutulmasıdır.”
Çok fazla var! Kurumsal sergilerden bahsedersek bir Robert Gober retrospektifi, sansürsüz bir Philip-Lorca diCorcia sergisi, James Turrell, Michael Holzer, Hans Haacke, geniş bir Cy Twombly retrospektifi, Support Surface veya Cobra üzeri- ne bir sergi ve dahası…
Bunun alakalı bir ikilik olduğunu düşünmüyorum. Çeşitli uygulamalar ya birinin ya diğerinin ya da ikisinin de beraber olabileceğini gösteriyor. Duchamp’ın mirasını yeniden düşünmeye gerek yok, çünkü bu sonsuz. Bugünün yaratımlarında paradigmatik limite ulaştığımızı söyleyenlere geleceğin sanatı, çok alanlı uygulamalarda yatıyor şekilde cevap verebilirim. Felsefeci Yves Michaud’nun son makalelerinde bu konuda yazdıklarına katılıyorum.
Elif Erkan. Kesinlikle gelecekte duyacağınız bir isim. Sergi ajandasına gelirsek, Ocak ayında Daniel Firman’ın ThePill’deki sergisine gelin ve nefes kesici bir program için takipte kalın derim!
Fotoğraf: Tabitha Karp