Les Benjamins’i anlamanız için Bünyamin’i, Bünyamin’i anlamanız için Les Benjamins’i tanımanız lazım. Çünkü ikisi her yaşanan günde, her yeni yaratımda birbirini çoğaltıyor. 2011 yılında kurulduğu zamandan bu yana görüp görebileceğiniz en cool ( Maalesef bu kelimenin Türkçe’de tatmin edici bir karşılığı yok, o yüzden ‘cool’ demek zorundayım) tişörtleri yaparken; zaman içinde gördüğü ilgi doğrultusunda bugün hem kadın hem de erkek için bir hazır giyim markasına dönüşen Les Benjamins’in kurucusu Bünyamin Aydın, tanışana kadar benim için bir gizem konusuydu. Tamam, adını sıkça duyuyor, bir yerlerde rastlıyordum, ama sahiden kimdir nedir, ne okudu, kaç yaşında, nerden nereye gidiyor, bilmiyordum. Sizin de tam bilmediğinizi sanıyorum.
Bünyamin ve ekibinden birkaç kişiyle buluşmak üzere sözleştiğimiz mekandan içeriye girdiğimde şaşırıyorum aslında. Karşımda düşündüğümden çok daha sakin ve sade bir çocuk var. Henüz sadece 1989 doğumlu ama öngörüsü ve yaptıkları, yaşıtlarının dünyevi telaş ve dedikodu konularından fersah fersah ötede. Tekstilci ve iş disiplini yüksek bir aileden gelmesinin de etkisinden olsa gerek; küçük yaştan itibaren ne yapmak istediğini biliyormuş Bünyamin. 19 yaşında Les Benjamins’in fikri kafasında oluşmaya başlamış, birkaç yıl içinde de harekete geçmiş. Şimdi ise 25 yaşında ve dört senesini geride bırakan, Cara Delevigne’den Robert Downey Jr.’a ve hatta Jared Letto’ya, herkesin giydirmek için yarıştığı isimlerin tercih ettiği bir markanın sahibi o. Neyi kafasına koyarsa yapıyor, engellerle işi yok. İstesin, yeter. “Çok hırslıyımdır” derken kendini yanlış ifade ediyor aslında. Kastettiği duygu, safiyane bir azim. “Kafamda tam anlamıyla fark yaratan ilk Türk dünya markası olmak vardı. Kendime bunun için 10 sene verdim. Şu anda yolun tam yarısındayım” diyor.
Bünyamin’in çok kültürlü bir eğitim ve yetiştiriliş tarzı var. Almanya’da, Düsseldorf’ta doğuyor, 12 sene burada yaşıyor, ardından İstanbul’da Alman Lisesi’nde devam ediyor ortaokula. Sonra da İsviçre. Bu yüzden olsa gerek, popüler isimlerle arkadaşlık etmek onun için çok organik bir şey. Kimseyi yargılamıyor, o yüzden kimse onun yanında kendini kısıtlanmış hissetmiyor. Sihir de burada. Bildi bileli benzer figürlerle dolu çünkü yaşamı. Bugün de İstanbul’da vaktinin çoğunu yine kendisiyle benzer açık fikirlilikte olan Türkler veya yabancılarla geçirmesi, zaten çekirdek ekibindeki en kilit pozisyondan ikisinin, tasarımcısının Hong Konglu, halkla ilişkiler kısmını yöneten kişinin ise Fas asıllı bir Fransız olması aynı kaynaktan geliyor. Bünyamin bir dünya vatandaşı, kimseyi ayırmıyor, kimseyi kayırmıyor; dolayısıyla Les Benjamins de tam böyle. “Liseyi İsviçre’de, Lugano’da okuduktan sonra işletme okumak üzere İstanbul’a, Bahçeşehir Üniversitesi’ne geldim. Altı ay sonra, ‘bana göre değil’ deyip bırakarak İsviçre’ye, bu kez Cenevre’ye döndüm. Burada da altı ay uluslararası ilişkiler okumayı denedim ama yine bağlanamadım, bıraktım. Geri geldim, bu kez İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne reklamcılık okumak üzere kendime söz verdim, altı ay sonra baktım ki bu da olmayacak.”
Demek ki limit altı ay Bünyamin, bu çok net. “Aynen öyle. Sonra dedim ki, kafamda aslında hep kendi markamı kurmak vardı. Zaman, bu zaman.” 2011’de böylece doğmuş Les Benjamins. Ve bu marka, 12 sene Almanya, 4 sene İsviçre, 8 sene de Türkiye sentezinden ne doğarsa, tam da onun karşılığı.
“Tişörtle yola çıktım çünkü işe erkekleri giydirerek başlamak istedim. Onların da kendilerini en iyi ifade edebildikleri yer tişörtlerdi.
Ailemin 40 yıldır tekstil sektöründe olması nedeniyle çocukluğum fuarlarda geçti, annemin mağazası zamanında Türkiye’de hiç olmayan markaları getirirdi, onlarla satın almalara giderdim. Babam, tekstil konusunda sayılı teknik bilgi sahibi insanlardan biriydi. 21 yaşındaki erkek kardeşim Londra’da işletme ve psikoloji okuyor. Kız kardeşim de Londra ve oyun tasarımı okumakla meşgul, 16 yaşındaki en küçüğümüz olan ise sanatçı olmak istiyor. En büyük benim, dolayısıyla babamın vefatından sonra da işleri ben devraldım. Bu arada, bunları inan ilk kez anlatıyorum.”
Mutlu oluyorum tabii. Devam ediyor: “Ne olur bunu düzeltelim, yazılanların aksine Les Benjamins Londra’da değil; Türkiye’de kuruldu. Ben sadece oradaki satış ağlarına ulaşması ve gidip gelmesi kolay olsun diye Londra’da bir ofis daha açtım. Bu çabalarım da sonuç verdi, ilk satış noktamız 30 erkek tişörtünden oluşan isimsiz koleksiyonum ile Harrods Londra oldu. Aynı koleksiyon ile aralarında Tokyo da olmak üzere altı önemli lokasyonda mağazaya daha girdik.” Bu, inanın bana, hiç de kolay bir şey değil. Neyse ki Bünyamin’in buna bir açıklaması var. “Çocukluğumdan beri yaratıcı yönü son derece yüksek bir insanım ama avantajım, işin reel yönüne son derece hakim bir anne babanın yanında büyümüş olmam.”
“Geçmişimize, kültürümüze fena halde hayranım. Doğu ile Batı’yı çarpıştırıyor; her fırsatta tasarımlarımda bunları detay olarak kullanıyorum. Çünkü ben de buyum. Klişelere düşmüyorum çünkü bunu en son teknolojinin ürünü kumaş ve aksesuarlarla, teknik detaylarla birleştiriyorum. Bu yolu izleyerek adım adım tişörtten sweatshirt’e, oradan kapişonlulara, sonra gömleklere derken; büyüdüm, büyüdük. Ekip de büyüdü. Şu an hazır giyim markası olduk neredeyse. Çanta ve cüzdanlarımız dahi var. Ayakkabıyı da tasarlıyoruz, o da 2016/17 sezonunda çıkacak. Tek bir ürüne yoğunlaşarak piyasaya girmek elbette daha kolay, ama bir marka olmak istiyorsanız böyle ilerleyemezsiniz. Uzun vadeli düşünmeniz gerek. Ancak şöyle bir şey daha var: Ben artık ne hazır giyime ne de sezonlara inanıyorum. İklimler bile böyle davranmıyor ki! Her şey belirsiz. Mesela, şu anda çok sıcak bir yaz günündeyiz. Aniden feci bir yağmurun bastırmayacağını söyleyebilir misin? Ama gitsen, raflarda yağmurluk yok. Bence bir süre sonra moda da bunu anlayacak ve sezonlar işlevsizleşecek. Mesela Nike’ın sezonu yok. Sezonlar kimin umurunda ki?”
Bakarsak geriye; ilk isimsiz koleksiyondan sonra sırasıyla neler gelmişti peki? Bu arada önemli bir dipnot: Bünyamin, bu markada çizim yapan kişi değil; kreatif direktör. Tam tamına o koleksiyonda her ne işlenecekse, söz konusu temayı belirleyip tasarım ekibiyle birlikte geliştiren kişi. “Paris’te sunduğumuz, 2016 İlkbahar/Yaz koleksiyonuna,
Back to the Roots, Köklere Dönüş’e bakalım mesela. Burada yola İstanbul’un sokaktaki yemeklerinden çıktım. Kumaşları seçtim, hikayeler buldum, renkleri belirledim. Hep gözümüzün önünde olmasına rağmen kimse onlara dönüp bakmamıştı. Karpuz kesen, döner satan adamlar…”
İyi tamam ama bir kreatif direktör nerelerden doyar, nerelere bakar? Söz konusu kişi Bünyamin ise, ille de hiphop ile coşar. “Pop ve deep house da dinlerim ama önceliğim hiphop. Bununla ilgili ilk akla gelen kişi oldum hatta. Geçen Pazar günü Soho House’un çatısında ‘barbekü hiphop partisi’ verdiler, tam benlikti.”
Bünyamin, markasının konumlandırılması adına doğru işbirliklerini de çok önemsiyor. Bunlardan sonuncusu Alaçatı’da, Hacımemiş mahallesinde açtıkları pop-up mağazayı duyurmak için DJ Doğuş Çabakçor’la kafa kafaya verip tasarladıkları üç tişörtten oluşan kapsül koleksiyon. Geçmişlerinde de bunun gibi nice ortaklaşa iş yaptığı isim var. Şu anda da yurtdışındaki bazı isimlerle görüşüyor.
“2014 Sonbahar-Kış’tan önce koleksiyonlarımızın bir adı bile yoktu. Sonra söz konusu sezonda Riots ile yarattıklarımıza da bir isim vermeye başladık. Riots, yani İsyanlar veya İsyancılar, dünyadaki insan hakları ihlaline dikkat çekmeye çalıştığım bir dertten doğdu. Zaten dünyanın sosyo-kültürel halleriyle çok ilgili biriyim. Militer detaylara bayılıyorum. İnsanlara giydiklerinde kendilerini güçlü hissedebilecekleri parçalar tasarlamak istiyordum, bu yüzden militer ve polis referanslı detayları çokça kullandım. Kapişonlu sweatshirt’lerde polislerinki gibi detaylar, desenlerde maskeli isyankarlar vardı.” Ya sonrası? “Peace, yani Barış geliyor. Sonra da bildiğiniz gibi, Back to the Roots… Şunu da söylemem gerek: Beni insanlar, beni gerçek yaşanmışlıklar etkiliyor. Tarih ve biyografi gibi.”
Hepsini yan yana getirirseniz Bünyamin tam bir haşarı çocuk: Basketbol oynuyor, hamburgere bayılıyor, bilgisayar oyunlarından başını alamıyor, militer referanslara yeniliyor, hiphop dinliyor. Daha ne olabilir ki? Gülüyor.
Demek ki, bir yerinden de olsa onaylıyor. Şimdi Ocak’ta Paris Moda Haftası’nda yapacağı defileye hazırlanıyor. “2015 İlkbahar/ Yaz sezonu için Pitti Uomo ile Floransa’da başladık, ordan Milano’ya geçtik, birlikte çalıştığımız showroom’a basından isimleri davet ederek özel bir defile sunumu yaptık. Oradan da Paris’te, Rick Owens ve Acne gibi markalarla yan yana durduğumuz bir adreste tuttuğumuz yedi günlük pop-up mağazamızda ayrı bir sunum daha yaptık. Arkasından da parti verdik.”
Peki diyorum, Bünyamin, Les Benjamins nasıl bir marka?Bir tek hiphop dinleyen, konforuna düşkün kişilere hitap ediyor olamazsın, ki değilsin de. “Skepta’yla çalıştık mesela. Haziran’da Travis Scott ile ortak bir işimiz oldu. Şahsen tanımıyorsam bile kafamdaki insanı tanıyan birini bulurum mutlaka. Kimseyi gözümde büyütmem. Kanye West’in ekibinden iki kişiyle özellikle yakınım, yakında eminim ve umarım onunla da bir şey yaparız. Türkiye’de de yeraltı hiphop ortamında yetişen genç yetenekler gelip beni buluyor. Onları destekliyorum. Hiphop’ın konforlu bir kültürü desteklemesi tam da bana uyuyor. Her şey rahat olsun hayatta.” Tam da onu soracaktım inan ki, Bünyamin nasıl yaşıyor acaba? “Çok garibim. Öğlen isimsiz bir kebapçıda, akşam Soho House’ta eğlenirken, sushi yerken görebilirsiniz beni.”
“Les Benjamins bir yaşam stili markası” diyor. Bana bunları anlat Bünyamin, diyorum. “Benim ve Les Benjamins’in bakış açısındaki kreatif bir insan, bizim üzerimizden dünyaya sıçrayabilecek. Böyle bir platform olmak istiyorum. Mesela Kamufle, çok genç, azimli ve yetenekli bir rap sanatçısı. Ben ona destek olarak Dazed & Confused gibi bir yayında yer almasını sağlamaktan son derece memnunum.” Şu anda dile kolay, ki kolay, Harvey Nichols Londra, İstanbul, Bakü ve Dubai’de, Londra’da Browns’ta, Danimarka’da, İstanbul’da kendi mono butikleri olan Galata’daki noktalarında, toplamda tüm dünyada 300’den fazla noktada satılıyorlar. Bünyamin, röportajın başında bir dünya markası olmak istediğini söylemiştin. Olduğuna ne zaman inanırsın ki? “Tüm bu noktalarda mono butiklerim olduğunda inanabilirim buna. Artık hiçbir şey, sadece bir alışverişten ibaret değil. İnsanlar bir sürece dahil olmak, onunla yaşamak istiyor. Dijital iletişime teknolojiye inanıyorum, seviyorum, onlardan ilham alıyorum. Müthiş iyi bir bilgisayar oyunu takipçisiyim, Google Glass’ten Apple saatlere, her şeyi ilk deneyenlerdenim. Bunlara sırtınızı dönemezsiniz. Global düşünen, girişimci ruhlu, önyargılarından arınmış, zevk sahibi, konforunu da önemseyen insanlara sesleniyoruz. Böylece çoğalmak istiyoruz.” Beni de şimdiden listeye yaz Bünyamin, ne olur.