Aile ilişkilerinin karmaşıklığındayken tam merkezindeki açgözlülük ve ulaşılamayan hırslar… The Nest ile hayattaki hırsları önünde başarısızlık üstüne başarısızlıkla karşılaşan doyumsuz bir komisyonucunun hikayesine doğru gidiyoruz. Kendini gereksiz harcamalara adayan, maddi istikrarsızlıklarla dolu ve sallantıda olan evliliğine rağmen kültürlü bir gibi maskesi takan Rory O’Hara, yıkıcı sonuçlarla karşı karşıya kalır.
Çocuklarıyla bağ kuran bir baba, onları koşulsuz seven bir anne, jimnastik yapan bir kız ve ergenlik dönemine giren bir oğlan tasviriyle O’Hara’lar tam bir Amerikan rüyası yaşamaktadırlar. Gerçeklerse tam aksini göstermektedir; hafif bir yaprak kımıltısı bile bu yuvanın yıkımına etki edebilecek şekilde inşaa edilmiş, zenginliğini kaybetmemek ve çevrelerce duyulmaması için tüm ailesini kaybetmeyi göze alan bir baba giderek aile içinde onarılamayacak zararlar verir.
Tarihi olarak da paralellikler içeren The Nest aslında 1980’lerdeki Amerika Birleşik Devletleri’nin tüketim ve materyalizminin baskın olduğu değer kavramına referanslar vermektedir. Kapitalist bir düzenin kollarına kendisini bırakarak Rory, İngiltere’ye taşınmasıyla illüzyon dolu bir hayata sıkı sıkıya sarılır. Bu kararla birlikte, ailenin hayatını altüst edecek bir dizi olayın fitilini ateşler.
Shakespeare’in “Hiçbir miras dürüstlük kadar değerli olamaz.” sözleri “The Nest” boyunca aklımızda yankılanırken sizleri etkileyici repliklerinden ve gerçeklikle illüzyonun kesiştiği sahnelerden ilhamla hazırladığımız playlist’e davet ediyoruz.