Dünyada çeşitli gezdiğiniz şehirlerde Mr. A’yı yakalamış, veya arkadaşlarınızla Le Baron’da eğlenceli bir gece geçirmiş olabilirsiniz. Bu yaratıcı projelerin arkasındaki adam André Saraiva; pembe rengini kullanmaktan korkmayan ve hayal ettiği şekilde yaşayan bir adam…
Grafiti sanatçısı, otelci, restoran ve kulüp sahibi, kreatif direktör… André kreatif ve eğlence sektörünün her köşesine dokunmuş, büyük bir yetenek. Şu günlerde sizi en çok hangisi tanımlıyor diye sorduğumda “Bana her zaman grafiti sanatçısı denmesini isterim.” diyor. “Projelerimin hepsinde aynı görseller ve hikayeler yaratma arzusu var.” diye ekliyor, ve sohbetimiz başlıyor.
André kariyerine Paris sokaklarını etiketleyerek, ismini sokak sanatında alışılmadık bir renk olan pembe ile her yere yazarak başladı. Grafiti yapmaya ilk nasıl başladığını soruyorum, “O kadar uzun zaman önceydi ki neredeyse hatırlayamayacağım.” diyor. Geriye bakarak, “80’lerin ortasında bana kendimi ifade etmek ve adımı duvarlara yazmak içgüdüsel bir ihtiyaç olarak geldi.” dedi. Bu aynı zamanda Keith Haring ve Jean-Michel Basquiat gibi sanatçıların da New York duvarlarına çizmeye başladığı zamandı ve André dünyada grafiti yapan bu ilk dalga sokak sanatçılarının arasındaydı.
İlk başta sana kocaman bir gülümseme ile göz kırpan çöp adam karakteri Mr. A’yı çizerek başlıyor. Mr. A’yı soruyorum, Ne gibi özellikleri var? “Mr. A 30 senedir benimle; benim en yakın arkadaşım. O bir çizim, ama benim için aynı zamanda bir dil türü.” diyor André.
André’nin sokak sanatı eğlenceli, espritüel ve zaman zaman romantik. Sokak sanatının nesi onu bir parçası olmaya çektiğini sorduğumda “Bunun bir parçası olmayı istemedim, sadece ilk yapanlardan biriydim.” diyor. “Post-grafiti sanatından sorumlu olduğumu hissediyorum.” diye devam ediyor. Ve böyle hissetmek için her türlü hakkı var.
Sokaklardan gece kulüpleri gibi alışılır olmayan mekanlara, André kendine büyüleyici bir hayat yarattı. Hayalindeki konser line up’larını gösteren Dream Concert serisi dünyanın dört bir yanında sergilendi ve satıldı. Fantezilerin sanat eserlerinin iyi olması için büyük bir rolü olup olmadığını soruyorum, “Hayal gücü, fantezi ve hayaller yoksa sanat yoktur.” diye cevaplıyor.
André, galeri duvarlarını pas geçerek Paris, New York ve Tokyo’da yer alan ve gece hayatını değiştiren popüler gece kulübü Le Baron’u açtı. Le Baron’un arkasındaki hikayeyi sordum, “Le Baron oniki senelik parti ve arkadaşların bir araya gelip keyifli zaman geçirdiği güzel bir maceraydı.” diyor. Bir gece kulübü sahibi olarak çok şey gördüğüne eminiz! Bize Le Baron’un çılgın gecelerinden birinden bir hikaye anlatabilir misin diye sorduğumda “Yaptığım işin sırrı bir türlü unutkan olmak.” diye cevaplıyor. Buna saygı duyuyorum.
Yetenekli André, Louis Vuitton, Chanel, Sonia Rykiel ve Converse gibi çok sayıda moda markası ile bir takım işbirlikleri de yaptı. Soruyorum; moda hayatının neresinde yer alıyor? Espirili bir şekilde, “Moda dolabımın içinde yer alıyor.” diyor.
Bitirirken, sırada ne var diye soruyorum. Önünde yeni projeler var mı? “Bu soruyu cevaplarken yeni barım “The Friend”i açma çalışmalarına devam etmek için gittiğim Los Angeles için uçağa biniyorum.“ diye cevap veriyor.
Şüphesiz bu mekan da yıkılacak. André ne yaparsa, biz varız.