Feminist bir korku mu? Arındırıcı derecede grotesk mi? Coralie Fargeat’in yazıp yönettiği, abartılı gösterişin her karede kendisini hissettirdiği “The Substance”, modern bir kabus gibi. Demir Moore tarafından canlandırılan ve artık çok yaşlı olduğu gerekçesiyle işine son verilen TV yıldızı Elisabeth Sparkle, kaybettiğine inandığı gençliği ve güzelliğini tekrardan yakalama arzusunun verdiği çaresizlikle kendisini anonim bir bilimkurgu vücut geliştime programının içerisinde bulur. “İkiniz birsiniz” söylemi ile bir dizi talimatlar veren bu sistemde, gerekli talimatları takip etmesinin ardından Margeret Qualley’nin oynadığı Sue karakterini yaratır. Sue; canlı, genç bir kadın “mükemmelliğin” bir örneğidir ve Elisabeth’in kaybettiği her şeyi kazanmak üzere gelmiştir. Birbirini hem ruhsal hem de fiziksel olarak besleyip “bir” olarak 7’şer günlük devriyelerle hareket etmesi beklenen bu ikilinin sistemde bıraktığı en ufak bir pürüz, kalıcı hasarlarla gelecektir. Sistem çok net ve keskin uyum sağlarsanız her şey mükemmel dışına çıkarsanız her şeyin bir bedeli var. Bir denge var. O ve ben yok. Siz birsiniz. Film boyunca sürekli vurgulanan bu kavramlar, Kubrick olarak tanımlanabilecek geniş açılı ve sömürüden uzak görsel diliyle yeni nesil bir “ikon”u işaret ediyor.
Hepimiz Jekyll ve Hyde hikayesinin birçok uyarlamasını gördük, ancak Fargeat, yaratıcı cüretiyle bunu “Showgirls” ile birleştiriyor ve bu bile ona yeterli gelmiyor. “The Shining”deki halüsinasyon anını, Jack Torrance’ın küvette genç bir kadına sarıldığı ve onu kahkaha atan yaşlı bir cadıya dönüşmüş halde gördüğü anı fazlasıyla kullanıyor. Bunun ötesinde, Fargeat’ın imgeleri; “Carrie”deki kan gölü balosunu ve “Requiem for a Dream”deki bağımlılığın korkuya dönüşmesini hatırlatıyor. Tüm bu nüansları bu denli orijinal bir tona dönüştüren ise filmin minimal diyalogları, hikaye akışını destekleyen tipografisi ve Fargeat’in feminist öfkesi. Demi Moore ve Margaret Qualley’nin kusursuz performansı da bu hikayeye eklendiğinde öfke, dehşet, umutsuzluk ve intikam duygularını yaşadığınız anlar birbirini takip ediyor.
Sue’nun kendini bir “nesne” olarak konumladığı ve insanlara istediklerini kusursuzca verdiği bölümlerde filmin hicivsel tasarımı öne çıkarken; “insanlara istediklerini verme” konusu The Substance için yeni bir pencere daha açıyor. Film, en net dilde “egoların düellosu” olarak özetlenebilir. Elisabeth’in gerçek benliği ile geliştirilmiş benliğinin egemenlik için verdiği savaş, ruhun deformasyonunu fiziksel olarak da ortaya koyuyor.
The Substance bitiyor ama zihnimizde birçok soru var, cevapları ararken size bu playlist eşlik edebilir.