Onun için sıradan bir akşamdı ve odasında yalnızdı. Perdelerin arasından süzülen loş ışık, içindeki karanlığı aydınlatmaya yetmiyordu. Masanın üzerinde kendisi için aldığı kuru çiçekler, bitmemiş mektuplar ve geçmişin yankıları duruyordu. Aşkın bıraktığı iz, kalbinde derin bir yara gibi duruyor, onu hem ayakta tutuyor hem de tüketiyordu.
Yatağının üzerindeki yorgan, sırtında taşıdığı bir yük gibiydi. O yataktan kalksa bile onu geride bırakamıyordu; gittiği her yerde onu takip ediyor gibiydi. Kendi karanlığından kaçamayan yorganın ağırlığı, ruhunun bir yansıması gibi omuzlarına baskı yapıyordu. Aynanın önünde durmuş, kendi yansımasına bakıyordu. Bir yabancının yüzü… yoksa en tanıdık olanı mıydı?
Kendi kendine fısıldarken gözlerinden yaşlar süzülüyordu: “Hayran olunmak mı istiyorsun, yoksa sevilmek mi?” Soru, sessizliğe gömülmeden önce ruhunu titretti. Pencereye doğru ilerledi, elindeki solmuş bir gülün kokusunu içine çekerken esintinin saçlarını okşamasına izin verdi. Karanlığın onu yutmasına izin verdi, çünkü ışık aramanın boşuna olduğunu fark etti. Dramın ağır perdesinin altında, kendi acılarına aşık oldu. Çünkü bazen en büyük aşk, kişinin kendi yıkımında gizlidir.
Anna wears full look by Prada
Anna wears full look by MiuMiu
Anna wears full look by Prada
Anna wears full look by Loewe
Anna wears silk trousers and silk tunic by Fendi Sandals by Toteme
Anna wears full look by Nackiye
Anna wears full look by Zimmermann-Beymen
Anna wears full look by Selçuk Durdu and shoes by Loewe