Çoğu oyuncu, oynadığı rolün etkisi ile kitleler tarafından bilinip belirli dizi karakterlerinin etiketleri altında kalmışken, geride bıraktığı 13 sene içerisinde “kendi” olabilmiş kaç kişi tanıyorsunuz? Kendin olmak, kirlenmemek ve kabul görmek en zoru. Berrak, son dönemde kendi ihtiyaçlarına daha fazla önem vermeye başladığının altını çiziyor, “Ne değişti?” diye sorduğumda ise, cevabı oldukça net: “Büyüdüm!” diyor. Kendinden öylesine emin ki ona bir adım daha yaklaşmak için sabırsızız.
İnsan ihtiyaçlarını sanırım ancak, kriz anlarında fark edebiliyor. Bir sorun yaşadığında, bir sıkışıklık yaşadığında… Öyle dönemlerin sonunda, aslında kendimiz için verimli kararlar verebiliyoruz. Keşke onlar olmadan da bu bakış açısına sahip olsak. Hayatın beni zorladığı şeylerin tamamının etkisi oldu, zor dönemlerin toplamının bu farkındalığı sağladığını söyleyebilirim.
Bayadır ilgilenmiyorum ama hayatta bazı faktörler değişmemiş olsaydı zaten resim okumak istiyordum. Lisedeyken portfolyo hazırlıyordum. Ama bazı değişiklikler oldu ve işletme okumak durumunda kadım. Bir dönem tekrar ilgilendim fakat, her el işi gibi resim de çok ara vermeyi sevmeyen bir şey. Ara veriyorsun, yeniden başlıyorsun, eskisine yakın bir şey yapamadığını görünce de hevesin kırılıyor. Onu aşmam lazım ama bayadır o adımı atmıyorum açıkçası. Resim; çok meditatif, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun… Arkanda kalıcı bir şey bırakıyorsun.
”Başarı! Hepimiz için aynı olmak zorunda mı? Nasıl tek bir tanımı olabilir? Genel geçer olarak edilen tanımı kim seçiyor ve ben bunu kabul etmek zorunda mıyım? Hepimiz için ayrı olması lazım başarının, başarı duygusunun tanımının.”
Benim çok yakın bir arkadaşım, “Ya sizin mesleğiniz ne güzel, bir şey yapıyorsunuz ve izleyebiliyorsunuz. Görüyorsunuz o emeğin nereye gittiğini. Biz hiç bilmiyoruz. Kimin için ne yapıyoruz? Neye dönüştü belli değil.” demişti. Bizim yaptığımız işlerin güzel tarafı o sanırım. Elinizde somut olarak tutup, görebiliyorsunuz.
Bu benim zorlanarak öğrendiğim bir durum oldu. Çünkü ben hassas bir insanım ve yapı olarak da bin tane iyi şeyin arasında tek kötü şey olsa da beynim onu seçer. Kendimi de eleştiren bir insan olduğum için, benim bulabildiğim çözüm bakmamak. Zaten kendimi herhangi bir platformda aramayalı, bakmayalı – ki bizim ajansımızın bir hizmetidir oyuncularıyla çıkan haberlerini paylaşmak – yaklaşık 4 sene oldu. Ben böyle bir şey istemediğimi söyledim. Hiç haberim yok. İyi veya kötü. Belli şeyleri muhakkak görüyorsun ya da sana söyleniyor tabii ki de. Ama bu pakete iyi de giriyor. Yani iyileri yollayın, kötüleri yollamayın diye bir şey yok. Hiçbir şey görmüyorum. Belli başlı şeylerden haberdarım. Sosyal medyam var, oradan görüyorum veya bazen bir arkadaşım bir şey yolluyor. Çok kötü bir şey olduğunda ailem soruyor. Haberdar olman gereken şeyden, bir şekilde haberdar oluyorsun.
Magazin basının ilgilendiği her insan, her şeyi çok büyük yaşıyor sanki. Eğlenceden çıldırmak, sinir krizi geçirmek, kendinden geçmek filan…. Sanki hiç düz tepkimiz yok. Ona takılırsan bir şekilde her şeye cevap verme opsiyonun var, diğer opsiyonun da gerçekten etkilenmemek. En son opsiyonun da etkilenmemeyi beceremiyorsan batmamak. Ben etkilenmemeyi beceremediğim için batmıyorum.
Bu durum, egoyu biraz törpülemekle ilgili aslında. Merakımın bu denli kendimle ilgili olması rahatsız edici ve yorucu. Benim hakkımda ne denilmiş? Ben bir medya şirketine para vereyim de benim hakkımda ne yazılmış onları göreyim. Bu aslında ateşten bir şey. Tehlikeli bence. Yapı olarak bu durumlardan hiç etkilenmeyen, bu konulara çok yüzeysel bakabilen insanlar için çok teknik olabiliyor. Ama ben hiç öyle değilim. O yüzden etkilenebiliyorum, üzülebilirim. Oradan gelen sevinci de üzüntüyü de hayat denkleminden çıkarmak benim için daha karlı oldu.
Hepimizin tablosu, o kadar da dramatik değil. Haftanın 6 günü çalışmıyorum. Benim birincil tercihim film. Çok izleyen, takip eden biriyim. Film festivalleri benim için harika sosyalleşme alanları. Onun dışında da çekirdek arkadaş grubumla görüşmek işime geliyor.
”Oyunculuk; başka bir isimle çağırıldığın, başka bir karakteri canlandırmaya gönüllü olduğun bir meslek. Kendin olarak açık olmak durumunda değilsin. Senin vaadin, rolünü güzel yapmak.”
İstanbul Film Festivali’nde Transit’i izledim, çok iyiydi. Koca yürekli insanlar için Yüz (Mug)’ü önerebilirim, sert bir kara komedi… Lynne Ramsay’ın filmi You Were Never Really Here, görülmesi gereken bir film.
Hayat koşulları mecbur bırakmazsa; “Evet.” İyi senaryoyu, kötü senaryoyu bakınca anlarım gibi bir iddiam yok. Ben karaktere heyecanlanan bir insanım. Ama onun için de zaten profesyonel bir ekiple çalışıyorsun ve aklına güvendiğin arkadaşlarına danışıyorsun. Çünkü ben tamamen bir karaktere motive olup, devam edebilirim.
Profesyonel olarak yapmadım. Çok istiyorum.
Kendi adıma oluyor, (Gülüyor). İlk defa böyle bir şeyi tecrübe edeceğim için güvendiğim bir sistemin içinde olmak isterim.
Bence böyle meslekler, yani yaratıcı meslekler, kişinin kendi gelişimiyle performansı arasında çok paralellik gösteren meslekler. Çünkü malzemen kendi ruhun! Sen dönüşen bir insansan, performansın da muhakkak dönüşecektir. Sen gelişim yönünde çabalıyorsan bu otomatik olarak işine de yansır. Yazar, yönetmen, ressam… Bu durum, bu tür mesleklerde olan herkes için geçerli. O yüzden ben de böyle bir hayat yaşamayı diliyorum. Bence performansım da benimle birlikte gelişiyor ve gelişmeye devam edecek.
Magazin tarafı. Oyuncunun kendi kimliğini koruması gerekiyor. Aksi halde oynadığın kimlikle seyirciye o tavrı yabancılaştırma engeline takılabilirsin. Bence oyunculuk mesleği magazin basınından kariyer anlamında beslenen bir meslek değil. Burada daha performans odaklı insanlardan bahsediyorum. Herkes mesleğine farklı yaklaşabilir. Ben daha iyi yaklaşıyorum ve o daha kötü ya da tam tersi demiyorum. Buna bir marka gözünde bakma tavrı da var. Burada tamamen bireysel tercihler devreye giriyor. Oyunculuk adına baktığında bence zorlayıcı bir tarafı var, çünkü o reflekste de olamıyorsun. Tanıdığım birçok oyuncu baya utangaç insanlar. Ama şarkıcı utangaç değildir. Çünkü, sahnede tek başına kendi kimliğiyle var olabilme cesaretinde bir insandır o. Oyunculuk; başka bir isimle çağırıldığın, başka bir karakteri canlandırmaya gönüllü olduğun bir meslek. Kendin olarak açık olmak durumunda değilsin. Senin vaadin, rolünü güzel yapmak. Oyunculuk, sahnede misyonu olan bir meslek, ama hayat içini de birden sahneye dönüştürdüğünüzde ben dahil, birçok oyuncu bu durumu doğru karşılamaz. Ben bu durumlar için kendi adıma bir persona çıkardım. Çünkü çok bedel ödedim bununla ilgili. Karşı taraf bunu kişiselleştiriyor, senin yapınla ilgili bir utangaçlık olduğunu düşünmüyor ve sanki kişisel bir tepki görüyor gibi hissediyor, hırçınlaşabiliyor. O yüzden ben artık, ne olursa gülümseyip sohbetimi ediyorum. Resmen eğitildim bu konuda. Bedel ödeye ödeye eğitildim. Aslında karşımdaki insanın hiçbir ilgisi yok. Bu bana ait bir utangaçlık duygusu. Ama artık kabul ettim ki karşı tarafa öyle geçmiyor. Onlar da bir alıngılık göstermeye başlıyor ve dolayısıyla onu ekranda izleyen kişi de ona bi tepkim varmış gibi düşünebiliyor. Aslında sen sadece, o an ne yapabileceğini bilmiyorsun.
Ben artık becerebildiğimi düşünüyorum ama baya zorladığım bir konu oldu. Kafamda onu oturmam, kabullenmem zordu. Çünkü her şeyi sorguluyorsun; ‘Yapamıyorum ya neden yapmak zorundayım?’ sorularını çok soruyorsun ama şu anda tamamım, ne gerekiyorsa yapıyorum.
Elveda Rumeli. Bu işin bir 10 senesi var tabii! Sonra Fi. Özge çok heyecan
verici bir karakterdi.
Değişik bir kızdı. Kitapları okuduğumda da beni en çok heyecanlandıran Özge olmuştu. Ben bu işin içinde olmasaydım, yine Özge’nin hikayesini takip ederdim. Bu kadar uç bir karakterin böyle sevilmesine de çok şaşırıyorum. Çünkü büyük deli. Baya küfürbaz filan. İyi görünmek için en ufak bir çabası olmayan bir kız. Magazin programı sunarken biraz giyindi kuşandı ama o kılıkta bile pijamalı gibi yürüyor filan. Özge, “bir şey yapmama” durumuna deliriyor. “Biz böyle yaşayıp gidecek miyiz?” diye soruyor ve her fırsatta “Saçmalamayın!” modelinde veriyor tepkisini. Bir yanda da çok idealize de bir tavrı var. Kimse, kimse için hayatından, kendinden o kadar feragat edemez. İnanılmaz bir cesareti var. Çok idealist bir kız.
Fi ile yoğun bir sezon geçirdikten sonra set tempomun düşük olmasını istiyordum. Haf tanın 5 – 6 günü devam eden bir tempoya direkt geçemezdim. Hat ta 1 haf ta 10 gün kadar çif t set denk geldi, fenaydı. Özge’den sonra daha romantik bir resimde görmek istedim kendimi. Sanki Özge’yle de anca öyle vedalaşacak gibiydim. Kendimin o tarafını kamera önünde çıkarmalıydım. Daha dişi, daha feminen daha romantik bir figür görmeyi kendim için istedim. Dip’in hikayesini sevmemenim yanı sıra Ekin’in de hikayedeki konumunu çok sevdim. Çok görmediğimiz ama aslında tamamen onun yüzünden ne yaşandıysa yaşanmış bir karakter ve o yüzden ne yaşadığını merak ettiğimiz bir karakter. Dip, 8 bölümde bitecek mini bir dizi.
Ben zaten mesleki kararlarımı tam olarak bu dediğin şekilde verdim, veriyorum da. Ama çok bireysel bir durum bu. Herkesin seçimi farklı. Marka yönetimi olarak da yaklaşılabilirsin. Çok da mantıklı. Hiçbiri bir diğerinden daha iyi veya kötü değil.
Biri sana “Star olacaksın!” dediğinde olmuyor. Star’san zaten star’sın. Hiç kimse o insanın ışıldamasına engel olamaz.
Çok küçük yaşta başladığın bir meslek. Belli bir süresinin,başkalarının kontrolünde veya dışarıdan gelen tepkiye göre geçmesi de çok muhtemel ve anlaşılabilir. Ortalama 18 – 19 yaşında başlıyorsun. Her şeyi toparlayıp, kendine gelmen, ideal şekli bulman… Tüm bunlar için biraz zamana ihtiyacın olması normal geliyor.
Belirli kavramlar var; insan kendini tanımaya cesaret ettikçe o kavramları sorguluyor. Başarı! Hepimiz için aynı olmak zorunda mı? Nasıl tek bir tanımı olabilir? Genel geçer olarak edilen tanımı kim seçiyor ve ben bunu kabul etmek zorunda mıyım? Hepimiz için ayrı olması lazım başarının, başarı duygusunun tanımının. Çünkü hepimiz ayrı insanlarız. O yüzden hiçbiri, bir diğerinden daha doğru daha iyi daha kutsal vs. değil. Kişinin kendisine samimi olması, kendi tanımlarını keşfetmesi ‘Ben gerçekten ne istiyorum, ben gerçekten bunu istiyor muyum?’ sorularını sorup ona göre de hayatını şekillendirmesi zaman alıyor. Biz çok müdahaleyle büyütülen bir nesiliz. Ağlama, gülme, orayı çizme… Sınır çizilerek, o sınırlara uymak zorunda bırakılarak büyüdük… Kendimizi çok geç tanıdık. Mesela annem çok önemserdi akademik başarıyı. Ben önemsiyor muyum? Önemsemiyor muyum? Hala emin değilim. Mesela arkadaşlarım, çocuklarını öyle büyütmüyor. Onların böyle bir derdi olmayacak. Çok net olacaklar hayata karşı. Bizim ne istediğimizi ve ne istediğimizi müdahalesiz bir şekilde öğrenmemiz bile çok zaman aldı.
Bütün Boğaz köyleri, semtleri. Boğaz inanılmaz bir şey. Su ile çevrili olmasını çok seviyorum.
Tatil! Denize girme fikri.