Nancy Mitford’un 1945’teki ünlü romanından Emily Mortimer tarafından uyarlanan üç bölümlük mini dizi, üst tabaka İngiliz bir ailenin romantik kızı Linda Radlett’in aşk dünyasını ve kuzeni Fanny Logan ile olan dostluk bağını anlatıyor. Ergenlik sancıları, aile baskıları, yaş almak ve aşk uğruna yapılanlar dizinin ana konusu. Lily James ve Emily Beecham tarafından canlandırılan bu iki kuzen, tezatlıklarıyla uyumu yakalarken, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında hayatlarındaki trajik değişimlerle dostluklarını ve hayatı keşfediyorlar.
Dizi, havadar bir anne tarafından yetim kalan Fanny (Emily Beecham) tarafından anlatılıyor. Fanny, aile kavramından uzak olan hayatında kendisine en yakın bulduğu kuzeni ile özel bir dostluk bağına sahip. Eğitiminde ne zaman bir ara olsa yabancılara karşı nefreti, eğitimli kadınlara karşı duyduğu öfkesiyle bir Birinci Dünya Savaşı gazisi olan amcası Matthew’un (Dominic West) sahip olduğu aile mülkü Alconleigh’in özlemini çekiyor ve ilk fırsatta oraya gidiyor. Alconleigh, Fanny için Linda ile gizli sohbetlerin, gülüşmelerin ve hayallerin evi. Fanny’nin en yakın arkadaşı ve sırdaşı, birçok yönden Fanny’nin zıttı olan kuzeni Linda (Lily James) ise evde eğitim gören, dünyayla ilgili büyük merakları olan, aşkı düşleyen bir hayalperest. Fanny mantıklı ve Virginia Woolf’a aşıksa, Linda değişken -her zaman ya güler ya ağlar- ve aşk fikrine aşık bir romantik.
Odağımız Linda olsa da hikayenin büyük bir kısmını Fanny’den dinliyoruz. Fanny Logan, kuzeni ve en iyi arkadaşı Linda Radlett için “Duyguları sıradan bir düzlemde değildi.” diyor. “Sevdi ya da nefret etti. Güldü ya da ağladı. Aşırılıklar dünyasında yaşıyordu.” Gerçekten de dizi boyunca Linda’nın hayatında Fanny perspektifinden yol alırken, karakterin bitmeyen inancıyla gülüşlerine ve ağlayışlarına tanık oluyoruz. Linda, büyümek ve ailesini terk etmek için umutsuzca bir arzu duyuyor. Hayallerinin ve dünyanın keyfini çıkarmak için geri sayım yapmaktan sıkılıp harekete geçiyor. Ve tutkulu küçük dünyası, gerçek dünya ile tanışıyor.
Linda dünyada kendiliğinden hareket eder ve hatalar üstüne hatalar yaparken, Fanny ise risk almadan olduğu yerde kendine bir dünya kuruyor ve Fanny için endişeleniyor. The Pursuit Love’ın ana dengesi de işte bu zıt karakterlerin dostluğuna dayanıyor. İki kadın büyürken kendilerini ve dünyayı çözmeye çalışıyor ve zaman geçtikçe birbirlerinin yaşam çizgilerini anlamakta zorlanıyorlar. Romantizme, anneliğe ve bağımsızlığa giden yolda bazen paralel bazen de farklı yollara giriyorlar. Fanny, Linda için “O tutku ve özlem dolu, vahşi ve gergin bir yaratıktı.” diyor ve Linda tüm kalbiyle kendini birbiri ardına ilişkilere atıyor. Her bir kişiyle ise kendini farklı bir dünyada yol alırken buluyor. Fanny ise dışarıdan bir gözlemci olarak çok sevdiği kuzenini hayatında tutmaya çalışıyor. Bu anlatıyı destekleyen yardımcı karakterler de Fanny kadar Linda’nın etrafında dönüyor ve destek veriyorlar. Yönetmen Mortimer’ın kendisi, Dominic West, Dolly Wells, Assaad Bouab, Shazad Latif, Freddie Fox ve Andrew Scott, diğer bir adıyla Fleabag’in the Hot Priest’i.
The Pursuit of Love, 1927 ve 1941 yılları arasında kadın olmak, aile, özgürlük ve aşk hakkında neler söylüyor bunlara son noktayı koymak zor. Ancak mini dizi, Mitford’un kadın bir yazar olmanın zor olduğu dönemlerden bugünlere bir kadın hikayesi bırakması ve azınlıkta olan kadın yönetmenler kervanına katılan Mortimer’in yönetmenliğiyle oldukça önemli bir iş. Dizi, birbirinden farklı karakterleri, sinematografisi ve Sinéad Kidao’nun enfes kostümleriyle seyir zevki yüksek anlar vadediyor.