Performans sanatına 70’li yıllarda damga vuran Ulay’ın erken dönem işleri 10 Ekim’e kadar Şekerbank Sanat’taki Açıkekran’da olacak. Performans sanatının bir dönemini değiştiren bu cesur ve asabi adamla sanatın sarsıcı etkisini konuştuk.
Bir değişim yaratabilmek için elimden gelenin en iyisini yaptım. Değişik ortamlar da sergiler denedim. Fotoğraf, performans sanatı gibi farklı yollar da denedim. En radikal yollarla bu değişimi yaratmayı sağladım. Çünkü 60 ve 70’lere dönüp baktığımız zaman çiçek çocuklar zamanında devrim ve revolüsyon arayışı içerisindeydik. Politik bir devrim yaratma derdindeydik. Demokratik bir ihtiyaç vardı. Ama biz demokratik veya politik çalışmalar yapmak yerine, devrim yapma isteği içerisindeydik. Dünyaya dair düşünüyorduk.
“Akıllı telefonları kadın dünyasına ait olmak için icat edilmiş bir araç olarak görüyorum.”
Bence gençlerin ilham verici noktaları hissettikleri şeylerdir. Sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda bir eserden ne anlayabildikleri önemli. Zihnin bütün kelimeleri ile o eseri göstermeye kalkarsanız bazı önemli ayrıntılar ortaya çıkıyor. Benzer şeyleri yapmaları için onlara ilham vermek gibi… Buna egoist bir bakış açısı ile bakarsam eğer sanat yaklaşımımı onlara geçirebildiğim için kendimi mutlu hissediyorum. Genç seyirciler benim şimdiye kadar yapmış olduğum şeylere çok büyük bir hayranlık besliyorlar. Çünkü şunu fark ediyorlar bir şekilde, bugün, onlar da aynı şeyi yapabilir.
Hiçbiri. O eserler benim mevcudiyetimin çok önemli bir bölümü. Şunun da bir göstergesi eğer isterseniz mevcudiyetinizi değiştirebilirsiniz.
Bilirsin kimliğin vücutla alakası çok azdır. Sosyal vücutlarımız var öyle ya da böyle. Benim monoloğumdaki nihai soru şudur; ‘Ben kimim?’ Ama nihai cevapta benim 3 kelime ile ifade edemeyeceğim bir şeydir. Gençlerin kimliksiz olduğunu iddia etmezdim. Belki sosyal medya ile kimliklerini örtüyorlardır. Akıllı telefonları kadın dünyasına ait olmak için icat edilmiş bir araç olarak görüyorum. Ayrıca gençler sosyal medya yoluyla da kendilerini bir yere ait hissetmek istiyor.
“Gençler sosyal medya yoluyla da kendilerini bir yere ait hissetmek istiyor.”
Performans sanatına dair iki yaklaşım var ve ikisi de feminen. Performans sanatının entelektüel başlangıcına baktığımız zaman iki yaklaşım ön plana çıkıyor. Performans sanatına dair ilk teorik makale New York’ta yazıldı. 50’lerde ise yükselişe geçmeye başladı. Carolee Schneemann, Joseph Beuys fark yarattı. Jackson Pollock ise performans sanatı ile ressamlığı bir araya getirdi. Pollock, dans ederken boyayı damlatıyor ve bundan bir resim ortaya çıkarıyordu. Şu an ise en çağdaş ortamdayız. İkinci çağdaş açılım da fotoğrafçılık. Gerçek zamanlı olduğu için… Son 40 yıl içinde performans sanatı da sanat kavramı olarak kabul edildi. Bu sanat tekrar patlamaya başladığından beri birçok müze ajandalarında performans sanatına da yer ayırdı. Bu çok basitti. Çünkü bütün geleneksel sanatlara baktığınız zaman klasik müzik, tiyatro, dans gibi bunların hepsi yeniden canlandırma üzerine kurulu. Bu eserin tekrardan ortaya koyulması demek. Performans sanatı ise yenilik getirip, geleneksel ve kültürel gündemi kucaklamaya başladı.
Hiçbir zaman resim yapmadım. Fotoğraf ile karşılaştığınız zaman resim çok daha teknik bir konu. Alman geçmişim olduğu için resim yapmaya kalksaydım eğer tekniklerin içinde kendimi kaybederdim. Fotoğraf ışığın sayesinde ortaya çıkıyor. Resim yaptığınız zaman siz resmi yapmak zorundasınız. İkisinin arasında ciddi bir fark var.
Burada bir dünyadan bahsediyoruz. Sence dünya ne demek, dünyayı biliyor musun? Dünya hakkında ne bilebiliriz ki… Dünya kelimesi erişilemez bir kelimedir. Dünyaya ne zaman bakmak istesek at gözlükleri ile görüyoruz. Bunlar çok da öznel şeyler. Dünya diyince neden bahsettiğimizi kimse bilmiyor. Tek bir düşünce ile kimse dünyayı anlayamaz. Dünya çok büyük bir kelime. Burada sabah uyandığım zaman küçük ve yeni bir dünyayı gördüm.