80’lerin New York’unun gerçekten nasıl bir yer olduğunu merak mı ediyorsunuz? Arlene Gottfried ile tanışmalısınız! Şehrin saf enerjiden, hamlıktan ve filtresiz duygulardan oluşan bir ağ olduğu bir dönemde, Gottfried oradaydı—elinde 35 mm kamerası—ve tüm bunları tek bir anı kaçırmadan yakalamayı aklına koymuştu. Hiçbir törpüleme, filtreleme ya da ışık oyunu olmadan, kameramızın merceğini uykusuz şehrin sokaklarında ve gölgelerinde yaşanan ham hayata doğru çeviriyoruz.
Gottfried’in New York’la olan aşk hikayesi sıradanlıktan oldukça uzak. Doğma büyüme Brooklyn’li olan sanatçı şehri fotoğraflamakla kalmıyordu—onu yaşıyordu. Beton orman onun oyun alanıydı, şehrin nabzı ise avucunun içi… Gerçekten lokal olmanın getirdiği kendine has rahatlıkla sokaklarda dolaşırken yakaladığı siyahların ve beyazların kontrastı, herhangi bir rengin olabileceğinden çok daha canlı, çok daha gerçekti.
35mm kamerası adeta kendisiyle bütünleşmiş, onun bir uzantısı haline gelmişti. Günümüzün dijital çağının cilalı mükemmelliğini bir kenara bırakın;Gottfried, sadece filmle yakalanabilecek o çiğ otantikliği kucaklıyordu. Gren, kontrast, kusurlar—hepsi, fotoğraflarını insanlar kadar gerçek kılan unsurlar. Sujelerini çerçeveleme biçiminde inkâr edilemez bir samimiyet var, ister hazırlıksız bir anda yakalanmış olsunlar, ister cesurca merceğe baksınlar.
Gottfried, New York’un yerel kültürünün özüne odaklanma konusunda bir yeteneğe sahipti. Başkalarının kaos gördüğü yerde güzelliği gördü, en beklenmedik yerlerde bağlantı anları buldu. Yaklaşımı, şehrin kendisi kadar spontane idi. En ikonik çekimlerinin birçoğu göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti, fotoğraflandıklarının farkında olmayan insanları yakaladı. İşte bu sürpriz ve özgünlük unsuru, onun işini diğerlerinden ayırıyor. Onun imzası, duyguları, hisleri, tekrarlanması imkânsız anları belgelemekti. Bu, kelimelere ihtiyaç duymayan bir hikâye anlatma biçimi; her kare, New York Şehri’nin genişleyen, dağınık, güzel romanının bir bölümü. Bazen en güçlü görüntüler sadece orada olmakla ilgilidir. Kamera elde hazır olmak ve olayların içine korkusuzca dalmakla, Gottfried de bunun bir hatırlatıcısı.
Peki o Studio 54 gecelerine ne demeli? Diğerleri dışarıda sıraya girip içerideki ihtişamdan bir kesit görmeyi umarken, Gottfried bunun yaşayan, fotoğraflayan bir parçasıydı. İçeriden çektiği bütün kareleri, her şeyin mümkün gibi hissettirdiği bir dönemin vahşi, dizginlenmemiş ruhunu yakalayan zaman kapsülleri. Ünlüler, tuhaflar, kuralları çiğneyenler—hepsi onun merceğinin önünde yerini buldu, enerjiyle taşan karelerde ölümsüzleştirildi. Başkaldırı, yaratıcılık, şatafat ve Studio 54’ü kendisi yapan her şey; donuk bir halde, bir karenin içinde.
Yani, gerçek New York’u—kartpostal versiyonunu değil, altındaki gerçek nabzı—anlamak istiyorsanız, Gottfried’in eserlerine sizi davet edelim. Burnu havada, kibirli ve biraz da “orda olman lazımdı” der gibi bir havası var, kabul ediyoruz. Ama mesele de tam burada zaten. Zaman mekandan ayrılırken, Gottfried’in objektifine New York tarihinden dilimler ilişiyor. Biz de anların içinde siyah ve beyaza bürünüyoruz.