Katolik bir aileye doğan ve bunun kuralları çerçevesinde büyütülen herkes gibi, dinin getirileriyle sınırlandırılmış biri. Ailesini dinin sinonimi olarak tanımlayıp, Tanrı’yı yüzüstü bırakmasının aileyi yüz üstü bırakmak olduğu öğretisiyle büyüdüğü bir evde, zaten merakın fazlaca yüksek olduğu yaşlarda, kendini keşfedebilmek için çok da alanı olmayan bir genç. Varoluşsal tüm sorularına bir cevabı bulunan Katolik anlayış, onu kendi istediği gibi bir hayat yaşayamacağı düşüncesiyle paralize etmiş. Aile evinden ayrıldığında hayatı tepetaklak olmuş haldeyken queer topluluğunun yanında olduğunu ve yalnız hissettirmediğini belirtip bunu başkalarının yaşamamasını ve non-binary biri tarafından desteklendiğini bilmesini istediği için bu yolu seçmiş. Kendi deneyimleri ve çevresindekilerin de evsiz kalmaları, aileleri tarafından reddedilmeleri ve yaşamak için verdikleri mücadele onların gerçekliği. Bütün bunları fotoğraflar ile belgelemek varoluşlarının kurbanları olmadıklarını hissettiriyor. Bu zamana kadar cinsel kimlik ve yönelimleri yüzünden toplum tarafından dinlenmemiş olanların seslerini duyurmak istiyor.
Fotoğraf serisi Demons of Love, Katolik günahkarlığına bir ağıt. Yıllardan beri birikmiş portreler; birlikte büyüdüğü, dışlanan ve anladığı. Bunları belgelerken annesinin çocukluk öğüdünü unutmamış. Hayatında kötü giden şeylerden faydalanmak. Travmalarını ve arkadaşlarının travmalarını görmeye, anlamaya ve yaşamlarını sanatına dönüştürmesine olanak sağlamış. Sonrasında dönüp baktığında tüm mücadelelerini bu kadar güzel bir şekilde noktalamış olmak onu en çok heyecanlandıran kısmı. Katolik insuçluluğu ile kendisini baskıladığı için yıllarca baskıladığı, anlamlandıramadığı her duygusunu sanatıyla haykırabilmiş. O, sadece kendisinin değil, tüm onun insanlarının sesi.