Şilili film yapımcısı Pablo Larraín, 2016 yılında vizyona giren Jackie’de J.F. Kennedy suikastından sonra geride kalan olmanın ağırlığını Natalia Portman ile deneyimlemişti. Politikanın acımasız yüzünü gösteren, belgesel hissiyatlı film, senenin başarılı işleri içinde yer almıştı. Larrain’in Jackie sonrası 2019 yapımı Ema ile bu başarı ivmesi devam ederken, politikayı ve Diana’yı anlatan yeni filmi Spencer ile Diana’nın dünyasına bizi davet ediyor.
Galler Prensesi Diana, kuşkusuz birçok belgeselin, dizinin, filmin konusu ve ilhamı. Üzerine yapılan tüm araştırmaların ve spekülasyonların ardında hala büyük bir gizem ve hayat öyküsü saklı. Bu öyküyü anlatmak için son zamanlarda izlediğimiz Netflix’in The Crown’u başarılı bir noktada duruyordu aslında. Emma Corrin’e Altın Küre’de ödül kazandıran yapım, 5. sezon ile devam ederken, Diana’nın psikolojisini merceğinin altına alan Spencer’ı sinema salonlarında Kristen Stewart’ın performansıyla izlemek için geri sayım yapıyoruz.
Film, vizyona girdiği yerlerde konuşulmaya başladı bile. Larraín ve senarist Steven Knight’ın, Halkın Prensesi hakkında diğer medya biçimlerinden farklılaşarak yarattıkları psikolojik korku vurgusu ilgi uyandırmış gibi duruyor. Yönetmen, Spencer’ı “gerçek olaylara dayanan” bir proje olarak tanımlamak yerine, filmi “gerçek trajediden bir masal” epigrafıyla başlatıyor. Larraín’in yakaladığı hikaye tarihi bir olay değil, daha ziyade 1991’de Kraliçe’nin Sandringham House’daki malikanesinde geçen Noel hafta sonunun tarihi bir yeniden tasavvuru. Larraín ve Knight’ın, Diana’nın melankolisini ve Charles’la kötüleşen evliliğinden ve kraliyet personelinin meraklı gözlerinden kaynaklanan saray hayatının baskıcılığını yakından incelemesinde, prensesin hayatı ve her şeyden önce insanlık hakkında daha derin bir gerçek saklı.
Spencer, Windsor House’ta Spencer olmanın psikolojisini anlatmak için 19 Kasım’da sinemaya geliyor. Kristen Stewart’a Oscar adaylığı getirme ihtimali yüksek görünen filmi izlemek için sabırsızız.